ANA SAYFA2020Ocak31RENKLİ MİKSERLER, AĞIR DÖKÜM TENCELER VE MİLENYUM JENERASYONU! Düşünce Defteri RENKLİ MİKSERLER, AĞIR DÖKÜM TENCELER VE MİLENYUM JENERASYONU! Biraz uzun bir yazı oldu ama bakın konu mikser ve tava/tencereden nerelere gelecek:) Zaten konu hiçbir zaman onlar olmamış ki… Teorik olarak “evde kaldığınız” yaşlara geldiğinizde, insan kendini farklı uğraşlara veriyor. Teorik olarak bu durumu yaşayanlar beni anlar:) Kendiniz için yapabileceğiniz şeyler sınırsız gibi görünse de aslında sınırlı olduğundan sürekli bir uğraş bulmak zorunda kalıyorsunuz. Her gün dans etmek, her gün spor yapmak, her gün dışarıda olmak ve her gün sürekli saatlerce aynı şeyi yapmanın da sıkıcı olmasından dolayı hep yeni bir arayış içine giriyorsunuz. Evet, sanırım tam olarak açılımı bu; kendiniz için uğraş bulmak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü her şey için fazlaca zamanınız oluyor ve her şey sizi fazlasıyla sıkıyor. Kendimi bazen oynadığım Sims’teki karakterler gibi hissediyorum. Sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum ve kafamda bir seviye çizgisiyle dolaşıyormuşum gibi geliyor. Ve büyük resmi görüyorum; o oyunları demek ki biz milenyum jenerasyonu üyelerine boşuna oynatmadılar:) Tam bu noktada aklınıza şu soru gelebilir; “Peki, milenyum jenerasyonu hangi yılları kapsıyor?” Eğer siz de 1981 ve 2000 arası doğumlu biriyseniz, tebrikler:) Milenyum jenerasyonu üyesisiniz. Dolayısıyla bir gün kendinizi bir dans kursunda bulurken, bir gün evde internetten tarifini gördüğünüz tuhaf bir yemeği yaparken, bir gün bir oyunda, bir gün de bir kişisel gelişim atölyesinde bulabiliyorsunuz. İki sene önce lazanya yapmayı taktım kafaya, benim için kolay bir sınav oldu. Çok tekniği yoktu. Bir iki denemede bu işi kotardım. Geçen sene ise çok fena sufle yapmayı taktım kafaya. Ama tabii tahmin edersiniz lazanya kadar kolay olmadı bu deneme serisi. Çünkü amacım öyle volkan görünümlü içerisinden lava akan türden değil. Bildiğiniz balıkçı suflesi yapmaktı. Sanırım 1 ay boyunca her akşam, akşam yemeğinden sonra kendimi mutfakta bitter çikolatalar, tereyağ, az un ve kakao ile farklı miktarlarla farklı sonuçlar alırken buldum. Tabii evdekiler ve eve gelen misafirler, evin sürekli ziyaretçileri de tadıcılarım olarak yerlerini almış hazır bekliyor oluyorlardı. Sonuçta içinde çikolata olan bir şey ne kadar kötü olabilir ki? Artık her gelen “bakalım bugün nasıl olmuş?” diye salona geçip oturuyorlardı. Amacıma ulaşmıştım. Sufleyi istediğim kıvamda üzerine krema ve toz şeker ilavesi yaptığımda işte o büyüleyici tada ulaşmıştım. İnsan bir şeyi başardıktan sonra güven gelir ya. Kendimi farklı tatlar denemek üzere tariflere verdim. YouTube’da bulunan neredeyse en iyi yemek tarifi kanallarının hepsine üye oldum. Her akşam yatarken yemek kanalları arasında geçerken buldum kendimi. İnsan o kadar videoyu izledikten sonra kendini, fiyatı bin liraları bulan o renkli mikserlerden ve renkli döküm tava ve tencelerelerden almak zorunda hissediyor. Çünkü neredeyse izlediğim her yerde onlardan var. Ve onsuz yapamıyorlar gibi. Yani almam şart! Bununla yüzleştiğimde de bu konuda ne kadar cahil olduğum çarptı yüzüme. Hangisinin ne işe yaradığını tam olarak bilmesem de markaların hepsine çok hakimdim. Çünkü her yerde onlar resmen gözümün içine içine sokuluyordu. Aslında dekorasyonla ve tasarımla ilgiliyimdir ama iş mutfak gereçlerine geldiğinde işin teknik kısmına pek hakim olmadığımdan o cihazlara hiç hakimiyetim olmadığını bir gün almak istediğimde anladım. Yani mutfak robotu, blender ya da mikser benim için aynıydı. İşin içine daldıkça farklı uçlar, başlıklar devreye girmeye başladı ama inatçıydım öğrenecektim. Bir süre bu gibi bir sürü tarif denerken buldum kendimi. Ama aslında bu süreçte bir şeyi farkettim. Ortada bir pazar var. Bir tüketim pazarı. Bu sadece ekipmanlarda değil aynı zamanda besinlerde de vardı. Bin yıllık kısır artık avokadolu, bin yıllık çorbalar detoks çorbası ve binlerce yıllık bulgurun yerinde artık kinoa vardı. Ekipman konusuna geldiğinizde ise; çeşit türlü alet edevat var, onlarca marka ve tür arasında insanın aklının karışmamasının imkanı yok. O kadar da güzel duruyorlar ki raflarda, insan gerçekten mutfakta dururken hayal edebiliyor. Bir de o meşhur markaların yanı sıra yerli yabancı tüm markalar da tasarımlarını onlara benzetmiş. Ama işte o marka olmalı diyor insan. Sanki o mikser ve döküm tava pişirecekmiş gibi. Sonra fiyatları ile karşılaşıyorum ve gerçekten o an bir anlamsızlık geliyor insana. Bunlar ne zaman bu kadar moda oldu da, fiyatları bu hale geldi? O marka olmasa bile yerli ve diğer yabancı markalar da onlardan aşağı değil. Sonra çevreden birkaç öneri geldi. Çeşitli internet sitelerinde çılgınca indirimler yapıldığı ve bu indirimlerden uygun fiyata bu ürünleri bulabileceğim tüyosunu aldım. Almaz olaydım. Orası bir derya! İnsan ihtiyacı olmayan şeyleri de alabilir. İyi ki internet alışverişi gibi bir alışkanlığım yok. Meyve sıkacakları, kahve yapımı için envai çeşit ekipman, sınırsız bir küçük ev aksesuarı seçeceği ve daha yüzlercesi… Hipnoz gibi bir deneyimdi. En son sanırım ihtiyacım olmayan birçok şeyin olduğu 30-40 sekme arasında bilgisayar artık ısınmaya başlayınca ayıldım. Seçmesi ve karar vermesi o kadar zor ki… En sonunda beklenenden farklı bir tepki verdim. Tüm sekmeleri kapattım ve neden daha öncesinde de internetten alışveriş yapmadığımı anladım. Çünkü yapamıyordum. Karar veremiyordum. Bir çöp dahi olsa enine boyuna düşünmeliydim. Anlık kararlar verebilen bir insan değildim. Dönelim konumuza… Eskiden mesela mutfakta teknoloji dendiğinde akıllara tek bir ürün geliyordu ve sadece mutfağın en pahalısı oydu; düdüklü tencere. Mutfak robotu dediğimiz şey standart çeyiz paketi içerisinde yer aldığından onun yüzüne pek bakılmıyordu büyük ihtimalle. Zaten olması gerekiyordu. Ama düdüklü tencere öyle miydi? Değildi. Sonraları slow cooker dedikleri teknolojik ekipmanlar çıksa da tencere klasmanında hiçbir zaman düdüklü tencere kadar yankı yaratmadı özellikle ülkemizde. Fakat şimdi dünyayı kasıp kavuran trendlerin başında geliyor o yüzüne bakmadığımız mutfak mikserleri ve döküm tava/tencereler. Hatta öyle baktığımızda hiçbir espirileri de yok.Ama mutlaka mutfakta bir tane olmalı! Sanki almazsak o kek öyle olmayacak gibi, sanki o et öyle pişmeyecek gibi. Sanki mutfağın bir yanı hep eksik kalacak gibi. Onu kullanmak demek inanılmaz yemeklere imza etmek demek gibi bir şey düşüncesi hakim. İnsan bu düşünceye azıcık ucundan yemek yapmaya başladığında hemen düşüyor. Düşüyor olmalı ki, ünlü Amerikalı mikser firması talepleri karşılayamadığından 2014’te yeni bir fabrika daha kurma kararı alıyor. 15 sene içinde “Dutch oven” dedikleri döküm tavalar, Google aramaları istikrarlı bir şekilde artıyor. Hatta ünlü döküm tava / tencere markasının pazarlama direktörü özellikle son senelerde satışlarının belirgin bir şekilde artığından bahsediyordu ve ekliyordu; “yeni jenerasyon ‘bu hafta sonu evde donut denemek istiyorum’ diyor ve belki de o ay boyunca yapacağı tek şey o ama bu konuda oldukça hırslılar”. Pazarlamacılar, biz milenyum jenerasyonunun “eşyalardan ziyade deneyim” mottosuna ne kadar takık olduğumuzu biliyorlar ve bu konuda çok seviyorlar. Çünkü deneyimler eşya gerektirir. Pazarlamacılar ayrıca şunların da farkındalar; restoranda yemek yemeye ciddi paralar harcadığımızı da, kendimiz için yemek hazırlamak için az vaktimiz olduğunun da, yemek yapmanın sofraya tabak koymaktan çok bir mutfak fantezimiz olduğunun da hatta aldığımız ekipman yani yeni oyuncağımız her ne ise, onunla yaptığımız yemeği sosyal medya üzerinden bir etiketle paylaşacağımızın da oldukça farkındalar… Çünkü sahibi olduğumuz o her ne ise ona para, zaman, efor harcadık ve yaptığımız o lezzetli şeyi de dünya ile paylaşmalıyız. Günümüzün popüler pişirme ürünü markaları eskisinden daha basit ürünler üretmeye başladılar. Yeteneklerinden emin olmadıkları ama bu konuda azimli olan ve her daim paylaşmaya gönüllü bizim gibi genç insanlara birbirinden farklı seçenekler sunuyorlar. 20’li yaşlarının sonunda Amerikalı iki çocukluk arkadaşının kurduğu bir marka döküm pişirme ürünleri satıyor. Markanın çıkış fikri ise her genç insanınkiyle aynı; şık görünümlü ama İsveçli mobilya markasının fiyatlarında ürün alabilmek. Marka sahiplerinden biri konuyu şöyle özetliyor; “Güzel görünümlü şeylere sahip olmak hem kafa karıştırıcı, hem de oldukça masraflıydı. Küçük bir mutfağım vardı ve yemek yapmakta beni cesaretlendirecek ve heyecanlandıracak ürünleri neydi ve onları nereden alabilirdim?”. Aslında bu cümle pazardaki dönüşümü işaret eden nedenlerin başında geliyor. Ünlü mikser markası senelerdir “evlilik listelerinin” vazgeçilmezi ve döküm tava / tencere markası ise en büyük satışlarını “hediye” kategorisinden ziyade “kendileri için alışveriş yapan milenyum jenerasyonu”. Çünkü artık davranışlarımız da değişti. Daha geç evleniyoruz, ev almayı çok düşünmüyoruz, daha küçük evlerde oturuyor ve o evde annemizden olan ya da bizi yansıtmayan eşyalarla zaman geçirmek istemiyoruz. Milenyum jenerasyon olarak artık malzemelerin sağlık boyutu konusunda da oldukça bilgiliyiz. Eskiden bu tür eşyalara sahip olmak için evlenmeyi beklerlerdi. Ama şimdi sorguladığımız konu; “bunlara sahip olabilmek için neden evlenmeliyim? Hayatımın o bölümüne geçmem şart mı?” Hatta belki de birçoğumuz evlenecek kadar büyümek bile istemiyoruz. Bilinen “olgunluk” dışında bir büyümenin peşindeyiz. Evlerimizi kendimize göre dekore etmek ve içinde bulunduğumuz alanları kendimizi yansıtan şekilde tasarlamaktan hoşlanıyoruz. Evlerde toplanmayı ve gelen misafirler karşısında evlerimizle gurur duymaktan hoşlanıyoruz. En merak ettiğim ise bu ürünlere sahip olanlar, o ürünleri ne kadar kullanıyor? Sanki bu iş bana biraz kendimiz hakkında ya da tarzımız hakkında bir şeyler anlatmamızı kolaylaştıran şeyler gibi geliyor. Yani mutfağına girip onları gören bir insan “yemek yapmaya meraklı” olduğunu anlıyor. Sadece mutfakta değil ki… Neredeyse evimizin her yerinde kullanmasak dahi “ne kadar farklı ve orjinal” olduğumuzu gösteren birçok şeye sahibiz gibi geliyor. Neredeyse hiç sulamadığımız bitkiler, belki bir kere bile kullanmadığımız moka potlar, kapağını belki bir kere açtığımız sehpa dergileri, nereden aldığımızı hatırlamadığımız objeler… Her şey çok temiz ve kusursuz duruyor. Belki de o yüzden ikinci el eşya merakımız bazı yaşanmışlıkları öyle katabiliyoruz evimize… Belki de geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir milenyum jenerasyonu araştırmasıyla alakalıdır bu durum. Ailelerimiz kadar kazanmadığımız ve onların bizim yaşımızdaki standartlarına sahip olmadığımızdan yani daha büyük şeylere sahip olamayan bir jenerasyon olduğumuzdan mütevellit sadece daha küçük şeylere sahip olmak bizi tatmin ediyor… Kim bilir? P.S: Bunları yazarken bir yandan da şunları düşündüm aslında… Sürekli kendimizi her alanda geliştirmeliyiz ama maalesef kendimizi geliştirmek ve yeni hobiler edinmek artık o kadar hobi gibi değil. Ya da yeni bir uğraş bulmak artık yeterli değil. Bu yazı sadece yemek cephesinden baktığım bir yazıydı. Bu çağda sadece iyi yemek yapabilmek değil, iyi dans edebilmek, iyi konuşabilmek, iyi yazabilmek, iyi kahve yapabilmek, iyi bir kültüre sahip olabilmek… Kısacası her alanda çok iyi yapmamız gerekiyor. Ve hep öğrenciyiz aslında. Acaba ne zaman tam anlamda gelişmiş olacağız? Çünkü sanki hiç sonu olmayan bir gelişme sürecindeymişiz gibi geliyor. Ve hepsi bir yatırım istiyor. Yani haftada sadece bir atölye ya da sadece bir kurs ile tam gelişmiş olmuyoruz maalesef… Mümkünse aynı zamanda oldukça fazla oyun izlemeli, sergi gezmeli, fazlaca keşfetmeli… Bunun öğrenmesi var, bunun evine yansıması var, bunun hayatına yansıması var… O “hobi” ile ilgili kitaplar alınmalı, varsa ekipmanları alınmalı, Sanki bir yerlerden bu gelişim işi gerçekten bir “işe” dönüşüyor ve tüm o heyecanını kaybediyor gibi. Sanki şöyle olmalı; hepimiz bir şeye çok hakim olmalı ve sürekli birbirimizi geliştirmeli. Ama bu biraz hepimiz aynı kurslarda çok fazla gelişmeye çalışıyor gibiyiz. Herkes her şeyin uzmanı olacaksa biz ne paylaşacağız? Ve bunları yazarken hiçbir marka adı kullanmadım ama siz hangi markalardan bahsettiğimi anladınız=) @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıKALABALIKLAR İÇİNDE ÇOK YALNIZIZ! Sonraki YazıAKILLI SENSÖRLER ÇAĞI! 31 Ocak 2020