ANA SAYFA2020Ocak23KALABALIKLAR İÇİNDE ÇOK YALNIZIZ! Düşünce Defteri KALABALIKLAR İÇİNDE ÇOK YALNIZIZ! Son zamanlarda şu sözü çok duyar oldum; “eski arkadaşlarımın birçoğu ile görüşmüyorum”. Dikkat ederseniz bu bir isteyipte yapamama durumu değil, bu bilinçli bir tercih belirten bir cümle. Belki de şunu da çok sık duyuyor olabilirsiniz; “eski arkadaşlarımı artık tanıyamıyorum…” Belki de şunu; “insanlar bir tuhaf oldular, artık kimseye güvenemiyorum” Ve belki de şunu; “çok kullanıldım!” Ne kadar incitici cümleler aslında… Bizi hayattan ne kadar geri atan cümleler. Bu gibi cümlelerin sonrası bellidir, insan kendini sorgular. “Ben iyi biri değilim” der, “ben güzel değilim” der, “ben yetemiyorum” der… Der de, der! Ve insan kendini suçlamaya o kadar meyillidir ki… Çünkü başkalarında bir problem olabileceği hiç aklınıza gelmez. Başkasına gösterdiğimiz o şefkatin milyarda birini kendimize gösteremeyiz. Çünkü bilmeyiz bunu. Alıştığımız davranış bu değildir. Böyle kodlandık çünkü. Hatırlarsınız belki okulda kavga olmuştur ama eve gidince “kesin siz bir şey yapmışsınızdır”, düşmüşsünüzdür ve bu yine “sizin dikkatsizliğinizdir, önününüze bakmamışsınızdır”. Örnekler çoğaltılabilir. Ve bunlar bizim kendimize şefkatten ziyade hep kendimizde bir sorun olduğunu düşünme eğilimi gerçekleştirmemize neden olur. Bundan yaklaşık bir sene önce bir uyanış yaşamaya başladım. Hayatım resmen hallaç pamuğuna dönmüş. Kendi hayatımı yaşamaktan ziyade, kendi sorunlarımın dışında pek çok sorunla uğraşırken buldum kendimi. Arkadaşlarımla bir araya geldiğimde ise sorunlar aynı, verilen cevaplar aynı, sanki herkes birbirinden bıkmış ve zorla katlanıyormuş gibi bir ifadeye sahip. Sanki zorunlu buluşmalar yapıyormuşuz gibi. Ve geçtiğimiz senenin başında kendimce radikal kararlar aldım. Birkaç sene önce çözmeye çalıştığım o; “elalem ne der?” kasetini bir süre daha uzatmalı olarak oynatıyormuşum aslında. Ve şunu farketmişim aslında; herkesin derdini dinler, çözüm üretir ve aslında hiç kendi derdim ve sorunum yokmuş gibi davranıyormuşum. Ve o kadar çok kendime ait olmayan derdi üzerime alıyormuşum ki… Bir süre sonra kendi hayatıma odaklanamaz hale gelmişim. Konu sadece arkadaşta değil, aile, çevre kısaca herkes ve her şey için… Kendimi aşan o kadar çok sorumluluk almışım ve bunu o kadar rutine bağlamışım ki… Kafamı kaldırdığımda adeta “ben ne yapıyorum?” sorusu ile karşılaştım. Kendime ait dertler dışında tüm dertler derdim olmuş. Ve bu beni kendi hayatımın bir parçası olmaktan çıkarıp zamanla topluma mâl olmuş gönüllerin efendisi yapmış. İkinci aydınlanmam ilişkilerimin hep tek taraflı olduğunu farketmemle oldu. Yani sadece ben dinliyordum. Ama kimse bana herhangi bir derdim, bir sorunum ya da paylaşılacak bir mutluluğumun olup olmadığını sormuyor ve tuhaf olan merakta etmiyordu. Çünkü benim zaten bir derdim olamazdı, ben çok mutluydum ki zaten. Ve ben zaten hiçbir şeyi sorun etmezdim ki… Ve geçen seneden itibaren hayatımın her alanını süzgeçten geçirmeye başladım. Sadece arkadaşlık değil, yaptıklarımı, işimi, aldığım kararları kısacası her şeyi. Çok sevmiştim ama sevdiğim kadar sevilmemiştim. Çok ziyaret etmiştim ama ettiğim kadar edilmemiştim, çok dinlemiştim ama dinlediğim kadar dinlenmemiştim, çok tolere etmiştim ama ettiğim kadar edilmemiştim, çok çalışmıştım ama çalıştığım kadar karşılığını almamıştım, herkese karşı çok samimi olmuştum ama samimi olduğum kadar samimiyet görmemiştim. Çabama tanık olan insanlar bile beni kendilerinin eleştirdikleri insanlar ile kıyaslar olmuştu. Bunu takdir görmek anlamında algılamayın lütfen. Yani buradaki o kıyas canımı çok acıtmıştı. Yani aslında bana, ben olduğum için saygı duymuyorlardı. Ve o acı gerçek karşımda belirmişti; ben kendimi hiç saydıramamıştım. Kimseyi kırmamak ve üzmemek adına hep sorunsuz ve uyumluydum. Peki, böyle mi olmalıydı? İnsan karşısındaki insana o olduğu için saygı duymamalı mıydı? Arıza mı olmalıydık? Kafamda eskisinden daha çok soru vardı artık. Yani bu hayatımı eşeleme işi o kadar da kolay değildi ama bir yola girmiştim artık. Ve bu durum beni gittikçe daha üzgün ve depresif bir hale getirmişti. 30 senelik yaşamımı derinlemesine gözden geçiriyordum ve bu hayat temposu ile birlikte hiç kolay olmuyordu. Bir süre kendi içime kapandım, kendi kabuğuma çekilip, kendimi onarıma almıştım. Ve ne kadar iyi geldiğini size anlatamam. Kendi kendine çok vakit geçiren biri olarak tüm vakitlerimi kendimle geçirmeye başladım. Fakat tüm bunları yaşarken kendimi çok yalnız hissetmiştim. Yani sanki sadece tüm bunları ben yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Ta ki bir güne kadar… Instagram hesabımda yazdığım bir yazının altına gelen bir yorumdan mahallemden beni takip eden biri ile bir kahve molası planladık. Ve bu kahvenin ardından çok güzel bir arkadaşım oldu. Kültürlü, ve zeki bir kadın ve aynı soruları sorduğumuz biri. Ve biz neredeyse her hafta bir araya geliyor ve eşinin tabiri ile “dünyayı kurtarıyoruz”:) Oğlunu okula bırakıyor ardından oğlunu okuldan alacağı saate kadar mahallede bellediğimiz, nazımızın, kaprisimizin geçtiği bir yerde 3-4 saat hayata dair saatlerce konuşuyoruz. O içini döküyor, ben de… İlk buluşmamdan sonra tuhaf hissettim kendimi! Ben kendime rağmen çok tuhaf şeyler yapıyordum. Ama bitmedi! Dahası var! Ne olduysa artık gezegenlerden mi, kaderden mi, yoksa yaştan mı bilemem ama 2019 yılında aydınlandığım konularda, senenin son ayında harekete geçerken buldum kendimi. İşimi, hayatımı, dostluklarımı, sevgimi kısacası hayatımın her alanında bir aydınlanma yaşadım. Önce çok tuhaf hissettirdi. Daha önce hiç düşünmediğim şeyleri düşünür ve yapar olmuştum. Yani sınırlarımın dışına çıkıyordum ve bu hem tuhaf, hem de çok güzel hissettiriyordu. Hiç düşünmediğim şeyi düşünüyordum; kendimi ve kendi mutluluğumu! Tüm bu konulara dair eski korkularım ve endişelerim kalmamıştı artık. Sonra, “dedemin vasiyeti ve kestiremem” dediğim ve herkesin kestirirsem çok yakışacağını söylediği ve en önemlisi içten içe deli gibi kestirmek istediğim lepiska saçlarımı kısacık kestirdim. Tüm bu sorgulamaları yaparken kendi hatalarımla da ciddi bir yüzleşme fırsatım oldu. Hayatımın tüm alanında yaptığım hatalar önce suratıma çarptı sonra zamanla onlarla barışmayı ve kabul etmeyi de öğrendim. Mesela hayatın akışına mola vermeyi öğrendim. Sevdiklerime daha çok zaman ayırmayı. Onları sürprizlerle şaşırtmayı, her şeye rağmen zaman ayırmayı… Her şeye rağmen hayatın devam ettiğini ve elindekinin bir tek o an olduğunu pekiştirdim… Bunu lütfen bencillik olarak algılamayın. Kendimi ara ara düşünmüşüm ama sadece ara ara. Çevremdekilerin mutluluğuna kendimi o kadar kaptırmışım ki, o kadar adamışım ki, hayatım elimden kayıp gidiyormuş aslında. Tüm bunları yaparken önceleri psikolojimin bozulduğunu düşündüm. Bünye alışık değil ya, sınırlarının dışına çıkıp farklı adımlar attığında insanı korkutur ya işte o korkuyu anlamlandıramamışım. 30 yaş krizi mi dedim, değildi! Depresyon muydu? O da değildi. Ama tuhaf hissediyordum. Özgürleşiyordum. Ve bu tuhaf bir hafiflik hissettiriyordu. Herşeyin bir nedeni ve bir zamanı olduğunu düşünürüm. Şuna da inanırım sen ne çağırırsan o geliyor aslında. Öyle evrene mesaj yolladım filan gibi değil. Hayatında önceliklerini belirlediğin zaman onları görmeye başlıyorsun, tüm dikkat dağıtıcılardan arındığın zaman kendin ve ihtiyaçlarını görmeye başlıyorsun. Mesela yaptığım işi sorguluyordum ve ona dair radikal kararlar aldım. İnsan ilişkilerimde çizgilerim yoktu çizgilerim belirginleşmeye başladı. Ve onu aslında gerçekten sevmediğimi anladım… Zordu tüm bunlarla yüzleşmek! İçimde tüm bunlar yaşanırken, içimdeki sesler her telden çalarken 2019 yılının Aralık ayının tam ortasında bir etkinliğe katıldım. Uzun zamandır katılmayı istediğim ama bir türlü hayat temposundan zaman bulupta katılamadığım bir etkinlikti. Ortaokuldan beri tanıdığım arkadaşım Jamie’nin “Muhabbet” adlı etkinliği. Katılmayı kabul ederken etkinliğe dair bildiğim tek şey ise şuydu; hiç tanımadığın insanlarla konuşacak olmam. Hatta muhabbet edecek olmam. Hatta muhabbet demek kendini açmaktır ya, kendimi hiç tanımadığım insanlara açacaktım. Ve bu insanlara dair hiçbir referansım olmayacaktı. Yani tek referans Jamie’ydi. Ama Jamie bu insanları ne kadar tanıyordu, onlara ne kadar güveniyordu zerre fikrim yoktu. Etkinlik akşamı evden çıkmadan önce gitmemeyi bile düşündüm. Çünkü “nasıl bir aptallık edipte böyle bir şeye evet demiştim?” düşüncesi kafamı kemirdi durdu. Yanlış yapıyordum düşüncesi de yanında geziyordu. Çünkü mahremiyet benim değerlerimden biriydi, hayat mahremiyeti ve hiç tanımadığım insanlarla kendimi ve hayatımı konuşuyor olmak bu değerimi zedeleyecekti. Çünkü daha önce zedelemişti. Ama bazen bazı değerlerimizin değişmesi gerektiği ve sen aslında çizgilerini çektikten sonra değerlerini daha iyi bir sen ile değiştirmek gerçeği de tam karşımda duruyordu. Şeytanın bacağını kırarak, kalbim yol boyunca heyecandan pır pır ederek gittim. Herkes yerini buldu ve muhabbet başladı. Ve sonra muhabbet ilerledikçe şunu farkettim; çok güzel insanlar tanıyordum ama daha da önemlisi bir hatta bir buçuk senedir kafamı kurcalayan neredeyse tüm düşünceler başkalarının ağzından dökülüyordu. Hayata dair o sorularda, herkesin soruları aynıydı. Arkadaşlıklar, dostluklar, aşk, evlilik, iş… O gece hayatımın şokunu yaşıyordum. Kendimi bir an o şıpsevdi sakızlarından çıkan notlarda hayal ettim arkam dönük, kafamın üzerinde bir konuşma balonu ve altımdaki metin ise şu; “Aşk… …kendine sürprizler yapmaktır.” İçim bir yandan çok huzursuzdu, bir yandan konuşulanları onaylıyor, bir yandan kalkıp gitmek isterken, bir yandan da kendimle gurur duyuyordum. Hayatımda bir eşiği daha aşmıştım. Kimseyi tanımamış olmanın verdiği dürüstlük, açık sözlülük, merak ve bizi oraya getiren o ortak nedenler, içten içe çok hoşuma da gitmeye başlamıştı. Ama kabul ediyorum, o akşam kendime rağmen oraya gitmiş olmamın şokunu üzerimden atamıyordum. Ama iyi ki tanışmıştım onlarla… İyi ki yeni hayatımın bir parçası olmuşlardı. Onlarla ben aslında bambaşka patikalar açmıştım zihnimde. Yeni düşünceler, belki de düşünce yolları kazanmış, yıllar önce bir arkadaşımın neden öyle davrandığını anlamış, başka farkındalıklar kazanmış ve bu hayat telaşesinde yeni keşifler yapabilecek insanlar kazanmıştım. Ve o akşamdan sonra artık bazı şeylerden emin oldum; biz, belki de bizim jenerasyon çok yalnız aslında. Çok arada kaldık. Önümüzdekiler bir düzen tutturmuş gidiyor, arkamızdan gelenler çoktan yeni düzene ayak uydurmuş. Ve biz hangi tarafa dönsek kimseye derdimizi tam olarak anlatamıyoruz, anlaşılamıyoruz. Kalabalıklar içinde çok yalnızız. İşimizde, arkadaşlıklarımızda, ilişkilerimizde çok yalnızız. Bu yalnızlık az da değil, çok! Güvenemiyoruz. Yeni dostluklar edinebileceğimizden emin değiliz. Bir daha aşık olabileceğimizi düşünmüyoruz. Umutsuzuz, çok doluyuz, duygularımız çok karışık. Yorgunuz kendimizi, halimizi anlatacak mecalimiz yok. Karşımıza çıkan insan ya da her olayda bir bilinirlik bekliyoruz. Mümkünse konuşmadan anlaşmayı bekliyoruz. Karşımızdaki insanın bir anda kusursuzca hayatımıza ve düşüncelerimize dahil olmasını istiyoruz. Hepimizin çok konuşası var aslında. Anlatacağımız çok şey var. Ama anlatmaktan da sıkılıyoruz. Belki de travmatik bir dönemiz. Gelenekler ve gelişmeler arasında sıkışmış bir nesiliz. Öğrenilenler ve deneyimlenenler arasında sıkışan bir nesiliz. Gelişimle birlikte büyüyen bir nesiliz. Kurulu bir düzene gelen değil, yeni düzeni kuran nesiliz. Ve sanırım zaman zaman bunun altında eziliyoruz. Öğrendiklerimiz ve öğreneceklerimiz arasında sıkışıyoruz. İletişimi her daim seven bir insan oldum. Farklı insanlardan farklı görüşler almak yani hayata dair o mahrem çizgiyi aşmadan görüşler almaya hep önem verdim. Sosyal medya hesaplarımda da takipleştiğim ya da takip edenlerle de bu iletişimi hep kurdum. Ve benden bir yaş büyük uzun zamandır takipleştiğim biri ile de tam bu yazıyı yazmadan önce aynı şeyi konuştuk; güvenemiyoruz. En büyük problememiz bu aslında. Değişim en çok bizi yaralıyor ve sürekli alıştığımız suların dışında yüzmemiz bekleniyor. Hayatın hangi alanında olursa olsun, tam bir durumu ya da duyguyu kanıksıyoruz, alışıyoruz ve yine düzenimiz değişiyor. Dolayısıyla hiçbir şeye tam anlamıyla ne güvenebiliyor, ne de bağlanabiliyoruz. Yaşananlara, duygulara, durumlara… Ve sonuç… Artık yeni bir çevre oluşturmaktan korkmuyordum çünkü biliyordum en yakınında olsa, evden de çıkmasan yaşayacağın kötü bir duygu varsa, alacağın bir ders varsa o seni nerede olursa olsun buluyordu. Ben dersi yoğun bir dönemin bireyiydim. Ben güçlü kalabildikçe, bunları da yaşayabileceğimi kabullendikçe aslında hayat daha eğlenceli ve sürprizli oluyordu. Ve sürprizleri sevmeye başlıyordum. Hayat aldığımız kararlardan ibaret. Ara ara kendimizi dinlemeli, nadasa çekmeli, belki de şöyle bir dönüp dönüp bakmalı. Çünkü zamanla değerlerimiz de, inandıklarımız da, sevdiklerimiz de, sevmediklerimiz de değişiyor. Bazen bazı şeylerle vedalaşmayı bilmeli. Ve ben bu yeni beni sevmeye başladım. Bazen kendinden yeni bir sen yaratabilmeli insan. Geçmiş derslerle, geçmiş tecrübelerle… Ve yeni duygulara yer açabilmeli. Ne izlediğimiz çizgi filmlerde, ne de dinlemiş olduğumuz şarkılarda büyüyünce bunların olacağını söylememişlerdi belki de onun şokunu yaşıyoruz. Annelerimiz ve babalarımıza kadar zaman çok stabil gelmiş. Evet değişiklikler olmuş ama bu denli değişimler yaşanmamış. Çağ değişmemiş mesela… Bu yazı da, ben gibi kabuğunu kıramayanlara, o çemberin biraz dışına çıkınca huzursuz olanlara, körü körüne inandığı değerlerini hiç sorgulamayanlara gelsin. Acaba gerçekten değerleriniz onlar mı? Tuhaf olan da bu ya; her şeyi sorgulayan ben o hengamenin içinde kendi değerlerimi hiç sorgulamamışım aslında… Bencil olmadan kendini sevebilmeli. İnsan kendini sevdikçe, kendine şefkatli oldukça aslında hayatı da değişiyor ama çabuk unutuyoruz. Bildiğimiz o patikadan gitmek daha kolay geliyor. Ama o yola girmeli. Bilinmeyenin macerasına atılmalı. Risk insanı olgunlaştırır, gemi liman için değildir. Eski hikayeler de öyle değil mi? O aile dostlukları nasıl oldu? Ya büyüklerimiz kimseye güvenmeseydi? Bu kadar çok çevremiz olabilir miydi? Komşumuz, eşimiz, dostumuz, ahbabımız? Ve güvenin! Siz ne olursa olsun yine de güvenin! Ve vedalaşmayı bilin zamanını doldurmuş duygularla, yollarınızın ayrıldığı insanlarla… Ve en önemlisi kabullenin! Kendinizi çok sorgulayacaksınız, değişim zor olacak ama kabullenin ve bekleyin. Çok zor senelerce alıştığınız düzenden kopmak bilmediğiniz yollardan yürümek. Önce bir boşluk olacak ve korkacaksınız ama o yol karşınıza çıktıysa yürüyün. Bugüne bir günde gelmediniz, güzel şeyler de bir günde olmayacak, kabullenin. P.S: Yorumlarınızı, deneyimlerinizi merak ediyorum:) @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıYEŞİL BİNALARIN ÇEVRE VE YAŞAMLARIMIZ ÜZERİNDEKİ 5 FAYDASI! Sonraki YazıRENKLİ MİKSERLER, AĞIR DÖKÜM TENCELER VE MİLENYUM JENERASYONU! 23 Ocak 2020