ANA SAYFA2018Eylül130 YAŞINDA OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ! Düşünce Defteri 30 YAŞINDA OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ! Ve o beklenen yaş geldi. Peki, bu yaşa kadar ben hayattan neler öğrendim? Ne dersler çıkardım? Hepsi yazımda=) Daha dün gibi hatırlıyorum 18 yaşında olmanın nasıl olduğunu düşündüğüm günleri. Ne büyük heyecandı be. Düşünsenize 18 olacaktım ve ne istersem yapabilecektim. En önemlisi araba kullanabilecektim! Yani her istediğimi yapmanın inanılmaz bir özgürlük olduğunu düşünmüştüm o dönem=) Ve ben hala o günde kaldım sanırım. Ama kötü haberi baştan vereyim, öyle olmadığını 30’a kadar bile değil, 18’in ikinci günü anlıyorsun. Hatta şimdilerde öyle bir oluyorsun ki, şu üzerimdeki sorumlulukları ve hayatı birine bırakıp kaçsam bile dediğin oluyor. En özendiğim kitle ise hala pusetinde olan 2-3 yaşındakiler. Hem özgürce yürüyebiliyorlar, okula gitmiyorlar, herhangi bir sorumlulukları yok. Onları gördüğümde uzun uzun izliyorum sanki birkaç dakika bakınca ben de o yaşa inecekmişim gibi. Dün gece saat 12 civarı, yani resmen doğum saatime yaklaşırken bana bir ağlama geldi. Öyle ağladım. Nedenini bilmiyorum. Belki içten içe yaşlanıyorum diye korktum. Belki büyümekten korktum. Hala daha nedenini bilemiyorum. Annem aklıma geldi. Anneannesi anneme küçükken “yaşlanacağım ben” dediğinde, annem hüngür hüngür ağlarmış “sen yaşlanma” diye. Sonra bir güldüm. Toparladım. Yaşadıklarım bir bir geçti gözümün önünden, yine sözler verdim kendime, yine çıkarımlar yaptım her sene yaptığım gibi. Her sene olduğu gibi kendime daha da alıştığım bir sene oldu. Herşeyimle kendimi daha iyi tanıdığım, daha dinginleştiğim, daha çok gözlemleyip, daha az konuştuğum. Kendimle daha huzurlu olduğum bir sene oldu. Kısaca daha sadeleştiğim. Çünkü kendini bulana dek kafa karışık olunca hayatının her alanına, giyimine kadar yansıyor o kafa karışıklığı. Sanırım en çok bu sadeleşmek sevindirdi beni, bu huzurlu hayat. Zor bir ergenlik ve ergenlik sonrası bir dönem geçirdim. Kendimi bulmam zaman aldı. Hayat telaşesi, sorumluluklar, zorunluluklar, yaşananlar derken bu yaşa geldim. Ve bu seneye kadar kendimi ne kadar yıprattığımı daha iyi anladım bu sene. Ama bugüne nasıl geldim inanın hiç anlamadım. Gönül hiç kocamıyormuş ya, gerçekten öyleymiş. Bazen kendime birçok konuda çok kızdım. Bu kadar olgun olmam çoğu zaman rahatsız etti beni ama başkasını yapamadım çünkü o ben olmazdım o zaman. Bazen istedim ki, alıp başımı gideyim uzaklara sorgusuz sualsiz o da bana göre değilmiş çünkü neden yapacağımı bilemedim. Bir de o kafa benimle gelecek ya, o dertler tasaları bırakıp gidemeyeceğimi anlayınca gereksiz masraf yapma, icat çıkarma dedim oturdum yerime. Yüzleş, çöz içindekileri gideceksen de gittiğin yerin keyfini çıkar dertlerini tasalarını da alıp gitme dedim kendi kendime. Ama çok özendim öyle alıp başını gidenlere. Onları belki hiç anlayamadım ama özendim. Kendime gelince mantıksız gelince ben o işten başımı alıp gitmelerden vazgeçtim. Çünkü benim eksen mantık ve çevresinde dönüyor. Öyle olunca da çok spontan hareket edemiyorsun, edemiyorum.. Şaka bir yana, biri yaşı ile ilgili, bir zaman, bir tanıdığıma demiş ki; “dün 7’ydim, bugün 88”. Zaman geçtikçe bunun ne demek olduğunu o kadar iyi anlar oldum ki, hayat sanki bir gün, bir dün gibi. Geliyor ve gidiyor. Bu zamana kadar yani 2-3 sene öncesine kadar mükemmel olmaya çalıştım yani “insanların istediği Müge” olmaya çalıştım. Her duyduğumdan kendime bir pay çıkarmaya çalıştım. Her bir nasihatta bir güncelleme daha attım kendime. Ama Müge’nin bir kapasitesi var mı, yok mu hiç bakmadan zorladım. Sonra bir kısa devre, bir dumanlar. Yakmadan toparladım sistemi. Okulunu zamanında bitiren, girip o kurumsal hayat karmaşasının bir parçası olmaya çalışıp, o yarışa girmeye çalışan biri olmaya çalıştım. Ama yoktu içimde. Öyle biri değildim. Ruhum o değildi. Kurumsal bir tarzım yok. Yapamıyorum. Yapamadım. Çok yıprandım. Çünkü ruhum ve ben öyle bir tarza sahip değildim. Bunu anladığım yaş 26 oldu. Çok iyi bir kurumsal hayata sahip olmadım. Şans diyelim, belki başka yerlerde çalışmış, başka deneyimlerim olsa bambaşka şeyler yazıyor olurdum size. Ama o yarışın içinde, o karmaşanın içinde kayboldum. Kendi sesimi duyamadım. Robota dönmüştüm. Sabahlara kadar çalışıyor ama ne karşılığını alabiliyor, ne de kendime zaman ayırabiliyordum. Peki, bunu ne için yapıyordum? Müge ne güzel çalışıyor desinler diye. Peki, ne dediler? Bunu hiç söylemediler. Değdi mi? Evet! Neden? Çünkü çok şey öğrendim ama çok. Radikal bir kararla bir daha çalışmamak üzere kurumsal hayata veda ettim. Kendi limanımı bulmak üzere ayrıldım o limandan. Bu yaşa kadar pek çok şey deneyimledim. Belki benden büyükler de okuyordur yazımı ve şimdi hepsi “bunlar daha ne ki, daha neler bekliyor seni hayatta” diyecekler. Ama ben bu yaşa kadar deneyimlediklerimi eksiği yok fazlası var yazıyorum, büyüklerimin de izniyle… Vücut Anca Oturuyor! Gerçekten dedikleri gibiymiş. Geldik, gördük, yerinde ve zamanında test ettik=) Zaman içerisinde kendimi gözlemledim. Vücudum şekilden şekile girdi. Hala tam emin değilim oturup oturmadığından. Belki benimki geriden de geliyor olabilir. Ama vücudun anca anca oturuyormuş bu yaşlarda. Büyüklerimizin dedikleri doğruymuş yani. Aynaya baktığımda her gün bambaşka birini görüyorum fakat o gördüğüm kişiyi her gün daha çok sever oldum. Onun o farklılıklarını daha da kabullenir oldum. Farklılıklarımı sever oldum. Kendime yeni yeni alıştım, yeni yeni kabullendim yani. Fakat kabullendikçe daha bir sevdim onu. Daha doğru giyinir oldum. Şimdi dönüp eski fotoğraflarıma bakıyorum da… Boşverin hiç bakmayalım=) Yolunu Çiz! Bu hayatta en önemli şey kararlı olmak. Kafanın dikine git! Ama bunu diyorsam da altı boş olmasın. Yani istediğiniz ve yapabileceğinize inandığınız en önemlisi bunu daha önce çok kez kendinize kanıtladığınız ne varsa ama ne varsa kafanızın dikine gidin. Çünkü sonra hep; “ben demiştim”, “keşke yapsaydım” ve “biliyordum” demek zorunda kalmazsınız. Doğru bildiğim şeylerden hiç vazgeçmedim ama hiç. Annem, babam dahi olsa karşı çıktım, inandıklarım için savaştım. Ve bugün neredeyse birçok konuda özellikle iş ve eğitimim ile ilgili hiç keşkem yok. Hayatın bana sunduklarını elimden geldiğince en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştım. Çok sıkıldığım zamanlar oldu, çok sinirlendiğim, kendimi başkaları ile kıyasladığım ve sorguladığım fakat bunların beni daha çok üzdüğünü erken anladım. Hayatta yeri geldiğinde annem ve babamın dahi olsa yanımda olmayacağını ve bu hayatta her ne yaparsam yapayım kendi başıma olduğumu unutmadan hareket ettim, etmeyi öğrendim. Kararlar alın, yolunuzu çizin, yola çıkın bildiğiniz yolda ilerleyin, işe yarıyor. A’dan Z’ye Planların Olsun! Dedim ya hep yalnızmış gibi hareket etmeyi öğrendim diye. Hep planlarım oldu, olasılıkları hesapladım. En kötüsünden çıkış yolunu hesapladım. Hep kendime “en kötü ne olur?” sorusunu sordum ve türlü varyasyonlarla açıkladım. Belki kendimi rahatlattım, belki risk almamaktı, belki farkında olmadan risk almaktı ama hep işe yaradı. Hayal Kur Bol Bol! En sevdiğim şey herhalde hayal kurmak. Beni bıraksan kulaklığım kulağımda sabaha kadar oturur hayal kurarım. Ama en sevdiğim. Böyle takıyorsun kulaklığını kulağına, en sıkıntılı olduğun anlarda ilaç gibi geliyor. Yaşım kaç olursa olsun yaptım ve sanırım çok uzun bir süre daha yapmaya da devam edeceğim gibi gözüküyor. Çünkü hayal kurdukça ufkum genişliyormuş gibi hissediyorum. Sanki güzel şeyler hayal ettikçe güzel şeyler de oluyormuş gibi hissediyorum. Belki de öyle inandığım için öyle oluyor. Şimdi onun kesin garantisini veremem ama hayal kurun. Çünkü hayal cesaretlendirir, hayal kurdukça farklı pencerelerden bakarsınız hayata. Çok Oku, Çok Gez ve Hep Çok Merak Et! Çok okudum, elimden geldiğince gezdim ve çok merak ettim bu yaşıma kadar ve hiçbir zararını görmedim aksine çok faydasını gördüm. Bazı okuduklarımı keşke daha önce okusaydım dedim, bazı gördüklerimi daha önce görseydim dedim. Ama hiçbir zaman yılmadım. Ama daha okuyacağım da, göreceğim de çok yer var! Kendi başıma gezdim, kendimle zaman geçirdim. Ben, keyfim ve kahyası güzel bir üçlü olduk. Ara ara yaşadığım şehirde kayboldum, ara ara başka şehirlerde. Bilmediğim yerlerin, bilmediğim sokaklarında başka hayatlara tanık oldum. Öyle çok giyim kuşam için de mağaza gezebilen bir olmadığımdan soluğu hep kitapçılarda aldım. O rafların arasında kayboldum. Bilmediğim hikayelerde kayboldum. Gelelim merak konusuna; öyle merakla ilgili kötü sözleri çok umursama “insanın başına ne geliyorsa meraktan geliyor derler” ama doğru şeyleri merak edersen başına hep güzel işler gelir. Mesela başkalarının hayatını merak etme ama bir kitap nasıl yazılmış, kimin hayatı anlatılmış onu merak et derim. Çünkü o seni ileri götürür. Başkasının elindeki çantayı merak etme ama bir çantanın nasıl yapıldığını merak et. Bu bana hayatta hep kazandırdı. Merak ettikçe okudum, okudukça daha çok merak ettim bu bir kısır döngü oldu yani. Dolayısıyla doğru meraktan zarar gelmiyor. Kendini Tanı & Ne İstediğini Bil! Bu biraz zaman aldı. Farklı bir karakterim var. Bazen inanın ben bile kendime hayret edebiliyorum. Karakterin de ötesinde bir şey var. Buna İngiliççe de “find your gut” diyollar. Yani o hayattaki amacını bul gibi de açıklayabiliriz. Belki de “gönlünde yatan aslandır” o terim. Her şey planlandığı gibi gitmez ama gönlüne göre bir yola girdiğinde o yol üzerindeki hiçbir şey zor gelmiyor. Ama o gönlünün fısıldadıklarını iyi dinle. Ona iyi kulak ver. Hareket etmeden önce kendine sor. Kendini gözlemle. O olay her ne ise bir an olsun dondur zamanı, çık dışarı kendine bir uzaktan bak. Yakıştın mı oraya? Kendini nasıl hissettin? Bunlar oldukça önemli. Farkında Ol ve Kabullen! Bu ikisi çok kolay olmadı benim için ama çok çalıştım. Ama çok. Mükemmellik vardı serde, kontrolcülük. Dolayısıyla çok yorulur olmuştum. Belki biraz büyüdükçe daha kolay teslim olmakla birlikte daha rahat aştım bu iki problemi bilmiyorum. Ama birinin yardımı ( o kendini biliyor ve şu an gülümseyerek okuyor bu satırları biliyorum) ile onu da oldukça zorlayarak aştım. “Farkında ol!” ve “kabullen” dedi hep bana! Bir gün uyanınca olmuyor yani:) Ne yaparsanız yapın farkında yapın. Böylelikle endişe duymazsınız, sürekli kontrol etmek zorunda da kalmazsınız. Çünkü ben kontrol etmekle çok zaman harcadım ve çok yordu. Bir de tabii kabullenin. Kabullenmekten kasıt değiştiremeyeceğiniz şeyler için çok çabalamayın. Çünkü eğer değiştiremiyorsanız, mümkün değilse gerisi boş çaba. Tevekkül olun. Elinizden geleni yapın ama sonrası Allah’a bırakın. İnanın böylesi çok daha az yorucu. Hatadan Korkma! En çok korktuğum şeylerdi hata yapmak ve birini kırmak… Bu yaşa kadar o kadar çok hata yaptım ki… Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim… Hata dediysem başkasına karşı değil kendime oldu hep hatalarım, kendi çapımda. Senelerdir ezbere bildiğim Orhan Gencebay’ın çok severek dinlediğim o şarkısının “hatasız kul olmaz, hatamla sev beni” dizelerini geçte olsa kendime uyarladım. Hatalarımla sevdim kendimi. Hata yapabileceğimi bile bile. Başkalarına karşı hep hassas oldum, kimseye zararım olmasın dedim, dedim de zararım hep kendime oldu. Kendimi üzdüm, hırpaladım! En çok bunun için kızarım kendime, geçmişe dönüp baktığım zaman. Her hatadan çıkmaya çalışırken daha çok dibe battım. Kendimi daha çok yıpratıp, hırpaladım. Ama her defasında daha güçlü kalktım. Çünkü insan gerçekten her ama her hatasında bambaşka şeyler öğreniyor. Bazılarının gördüğü gibi olmadığını anlatıyor hayat sana, bazı inandıklarının inandığın gibi olmadığını, doğrularının nereden baktığına göre değiştiğini, yargılamamam gerektiğini… Anlatıyor da anlatıyor. Kırmayacağım derken o kadar paramparça oldum ama her parçada kendimi daha çok inceleme fırsatı buldum. O her parçanın nereden kırıldığını anlamak canımı acıtmış olsa da, nereden kırıldığımı bilmek daha da güçlenmemi sağladı. Hayata karşı daha sağlam durmamı sağladı. Herkes Bir Şey Söyleyecek! Hatalar yapıyoruz, kendimize kızıyoruz üç aşağı, beş yukarı sistem bu şekilde işliyor. Bu hata işinden bu kadar çok korkmamızın belki de en önemli faktörü; “başkaları ne der?” sorusu ile başlar. İnanın herkes ama herkes bir şey söylüyor ve söyleyecek. Siz en iyi yeri kazansanız da, en iyi yerde işe girseniz de, çıktığınız insan dünyanın en iyi insanı da olsa ama gözünün üzerinde kaşı var diyecekler. Derler ya; insanın önyargısını parçalamak atomu parçalamaktan daha zor. Gerçekten öyle. Siz en iyisi olsanız da, insanlar eleştirmek isterlerse mümkün değil önüne geçemezsiniz, geçemiyorsunuz. 2 kişi düşün biri haylaz ve tembel, diğeri çalışkan ve yerinde duramayan. Bak o çalışkan olan takdir edilmez de, o haylaz bir başarısı ile insanların gözünde kral olur. Sen kendini bilirsin, içinden bir ses der ki; “eşek gibi çalıştım bugüne kadar, bir kişi takdir etmedi”. Etmez çünkü onlar için mi çalıştın. Bir yerde doğrudur bu mantık evet kimse için çalışılmaz, kimse takdir beklemek için çalışmaz ama insandır sonuçta bir güzel söz bekler. Ama sen o kadar alıştırırsın ki insanları o başarıya başarısız olduğun an üzerine çökerler. Bir başarısızlığın, tüm o emeğini götürür insanların gözünde ve senin başarını sorgularlar. Yapan yapmış, sen de onlar gibi yap derler. O yüzden çok o konularda başkalarının ağzının içine bakmayın. Herşeyini Herkese Anlatma! Hayallerimiz var, paylaşırken gözlerimizin içinin güldüğü, hüzünlerimiz var paylaşınca bir nebze rahatladığımız. Ama çokta paylaşma. Ben çok paylaştım, ben daha harekete geçmeden başkaları yapar olmuş tıpkı Kayahan’ın “Şikayetim Var” şarkısında dediği gibi; “hayallerimi çalmışlar, almış kaçmış insafsızlar” ve maalesef çalıyorlar. Çünkü hayatta öyle insanlar var ki, senin ağzından o kadar güzel laf alır, senin hayatını o kadar güzel deşer ama kendi hayatı konu olunca onu kapatabilmek adına bir anda sana yoğunlaşır. Kendi açıklarını kapamak için senin açıklarına oynar. Kendi hayalleri işe yaramazsa senin hayallerini çalar. Maalesef bu böyle. Hayat belki bu kadar kafa yorulacak bir şey değil ama… Sen yine de bunu da tut cebinde. Hayatta Kimseye Bel Bağlama! Güven, her defasında yine güven çünkü güveneceksin. Ne kadar güvenme desem de, yine güveneceksin. Ne kadar güvenmem bir daha desen de inan güveneceksin. Böyledir çünkü. Sevmem desen de yine sever, deli gibi aşık olursun. Çünkü duygularımızın garantisi yoktur. Güveneceksin ki öğreneceksin, sonra dönüp bakacaksın ardına kimlere güvenmiştin ve yanında kimler var. İşte o zaman alman gereken dersi almış olacaksın. Ailene Değer Ver! Hiç unutma ne olursa olsun ailen hep yanında olacak, her zaman. Anneni, babanı çok sev, kardeşlerini çok sev. Büyüklerine değer ver, say, sev ara sor. Aile değerlerini unutma, onlara da çok değer ver. Değer Verdiklerini Biriktir! Ne olursa olsun hayat dedikleri gibi paylaşınca güzel. Değer verdiklerin olsun, mutluluğunu, hüznünü kısacası hayatının tüm deneyimlerini paylaştıkların olsun. Güzel insanlar biriktir, sana iyi gelen insanlar. Anlatmasan da seni gözlerinden anlayanlar olsun, bir bakışınla hislerini anlayan insanlar. Gözün arkada kalmadan güvendiğin insanlar biriktir. Ruhuna iyi gelen insanlar olsun hayatında. Tabii bunları seneler içinde anlıyorsun. Sen yolunda giderken pek çok durakta duruyor bazıları yola seninle devam ediyor, bazıları bazı duraklarda kalıyor ve bazılarıyla o durakta tanışıyorsun. İnsanlar Gelip Gidecek! Güvenden konu açılmışken, ne kadar yakının olursa olsun şunu hiç unutma söz konusu sen olsan da, sonuçta herkes kendini düşünecek. Bunu hiç ama hiç unutma. Kimse senin iyiliğini düşünmeyecek. O nedenle sen ne yaşarsan yaşa, paçayı nasıl kurtarabileceğini her ihtimale karşı hesapla. Çünkü zaman olur bir bakarsın, herkes hayatını yaşarken sen onları izlerken bulursun kendini. Hobin Mesleğin Olsun! Çok klişe değil mi? Öyle ama yanlış değil. Yaşın kaç olursa olsun hiç bıkmadan, usanmadan yapacağın o şeyi bul. Sadece iş olsun diye iş yapma, çok pişman olursun. Babam ikna olsun diye okudum, okuduğum bölümü. Şimdi ne yapıyorum? Yazı yazıyorum, teknoloji ve yazı merakım beni dijital pazarlamaya sürükledi. Ama planlarım var. Hayatta o hırsını hiç ama hiç kaybetme. Hobilerin yetmesin, sadece birinde saplanıp kalma. Ben seneye iç mimar olmak için hazırlanıyorum ve bir de bu sene istediğim fakat yapamadığım bir de spikerlik kursum var. İkinci üniversiteyi okuyorum Kültürel Miras ve Turizm. Hiç vazgeçmeyeceğim çimde kalanları denemekten. İşimle ilgili sertifika kurslarına katılıyorum. Sürekli kendimi, bilgimi yeniliyor, derdim kendimle hep kendimi aşmaya çalışıyorum. Senin de öyle olsun. Hayattan Ne Bekliyorsun? Her gün değişiyoruz, yeni bir şey öğreniyoruz, bambaşka bir özelliğimizi keşfediyoruz. Dolayısıyla bunu erken anlamak çok zor. Ama zevkle yaptığın her şeyi incik cıncık et, deş içini bak seni ne mutlu ediyor. Belki şehir insanı değilsin, belki deniz olmadan yaşayamazsın, belki de toprakla aran yok. Bilemezsin, yaşamadan, deneyimlemeden bilemezsin. Dene. Zaman bol. Bol bol dene. Olmadı bir daha dene. Dedim ya hata yapmaktan zaman kaybetmekten korkma. Korkma ki, hayatının geri kalanında sonrasında ne yaparım diye korkmak zorunda kalma. Onlar Senin Korkuların mı? Bazen ailemizden, bazen arkadaşlarımızdan bazı huylar ediniyoruz. Bazı korkular öğreniyoruz. Etkileniyoruz, insanız sonuçta. Ben bunlarla çok geç yüzleştim. Oldukça fazla öğrenilmiş korkum varmış. Ne çok etkilenmişim yaşadıklarımdan. Mesela ölmekten korkmuşum hem de çok. Yeri gelmiş birçok sevdiğim şeyden geri kalmışım. Yeri gelmiş hayallerimi ertelemişim. Ama o endişeler, o panikler ve o kaygılar hep büyüklerimin kaygılarıymış, onlardan öğrenmişim. Keşke bunun daha önce farkına varıp üzerine gitseymişim. İnsan ne kadar rahatlıyormuş meğer korkuları ile yüzleşince, ne kadar hafifliyormuş. Elbet korkacağız, bazen sevmekten, bazen zarar görmekten, bazen düşmekten, bazen ölmekten. Peki, biz korkacağız diye başımıza gelmeyecek mi? Mümkün mü? Varsa kurtul bundan. Çok Sev! Ben sevdim ama çok sevdim. Sevdiklerim hiç bilmedi. Hiç söylemedim. Korktum. Arkadaşlıklarını kaybederim, beni beğenmezler vb. bir sürü nedenle. Şimdi eşek gibi pişmanım dile getirmediğim için. Çünkü o zaman en kötüsü rezil olmaktı. Ama ben bir adım ileri gidip “rezil olursan ne olur?” sorusunu hiç kendime soramadım. Cesaret edemedim. Belki de yaşamak istemedim, belki de hayal ettiğim kadar çok sevmedim. Bir şey yaşamadım, pişman mıyım? Hayır. Çünkü o dönem, o hayat telaşesi içinde kendime zaman ayıramazken onlara nasıl zaman ayırabilirdim? Kavga ve fırtınalı ve sonu hüzünlü bir hikayeden başka ne kalırdı elimde? Sevdiğine inanıyorsan peşinden git. Sevgini paylaş, ister karşı cinse, ister bir arkadaşınla paylaş, sevdiğini değer verdiğini göster. Sevmek için zaman ayır. O hayat telaşesi hiç bitmez. Şimdi gençsin sen dersin ki, eğer ona sevdiğimi söylersem rezil olurum. İnan hayatta kimler ne oluyor da kimse o eski yılları hatırlamıyor. Belki de hatırlamamak işlerine geliyor orası da ayrı bir mevzu, başka zaman derin derin konuşuruz. Hepsinde ayrı bir şey sevdim. Öyle çok yakışıklı adamlar değillerdi. Zamanla bunu sorguladığımda farkettim; hepsine çok sarılmak istedim, uzun uzun. Ama anladım ki, sevdiğim şey hepsinde aynıydı ben güzel bakan insanı sevdim, güzel yürekli vicdanlı insanları. Cesaretli olanları sevdim, mantıklı adamları sevdim… Onları da bilahare uzun uzun konuşuruz. Ama en çok kendini sev, unutma kendini nasıl seversen karşındakiler de seni öyle sever, öyle değer verirler. Bu hep böyle olmuştur. Kiloluydum öyle alımlı filan da değildim ama hiç hakaret etmediler çünkü ben kendimi sevdim, iyi anlaştım onunla. Ara ara sıkıntılar yaşadık ama nefret etmedim hiç kendimden. Küçük görmedim hiç kendimi ama mütevazı oldum. Unutma seven insandan zarar gelmez, en kötü ihtimal çok sevmiş olursun, en iyi ihtimal çok sevilirsin! Hayat Adil Değil! Bunu kabullenirsen mutlu olursun. Bir de ilahi adalete güven. Hep daha iyisi, daha mutlusu, daha kolay yırtanı olacak. Hayatta herkesin sınavı çok farklı. Farklı noktalardan sınıyor hayat hepimizi. Ama şunu unutma her defasında en iyi deneyimlediğim konu bu; bir insan her ne yapmış ve seni üzmüşse aynı şeyle üzülüyor ve sen buna bir şekilde tanık oluyorsun. O yüzden ilahi adalete inan ve bir gün tecelli ettiğinede. Hiç yadırgama, hiçbir şeyi çünkü büyükler ne güzel demiş; yadırgadığın şeyi yaşamadan ölmezsin diye. Bu zamana kadar duyduklarım, şahit olduklarımdan hep bunu gördüm. Yalana Hiç Ama Hiç Bulaşma! Ne olursa olsun çıkışın, çözümün yalan olmasın. Hayatta değerini düşürecek en basit yol yalan. Karşındakinin gözünün önünde hiçbir değerin kalmasın istiyorsan daha iyisi yok. Hiç sevmedim yalanı, yalan söyleyen insandan hep uzak durdum. Hiç yalan söylemedim, söyleyemedim. Tatlı yalanları hepimiz söylemedik mi? Söyledik. 5 dakika önce, 5 dakika sonra dedik hepimiz. Bunlar değil bahsettiklerim. Yalanla yaşayanlar var ve mümkünse sezdiğin an kaç. Bencil Olma Paylaş! Neyim varsa paylaştım. Elimdekini paylaştıkça çoğaldım. Hayat gerçekten paylaşınca güzelmiş her defasında bir kez daha anladım. Bencil olmadım, olamadım yaradılış belki, belki ailemden gördüğüm bilmiyorum. Bencil insana da çok bulaşma, çok kendini düşünen, kendi için yaşayan insan yaralar. Sana, seni sorgulatır. İyisi mi uzak dur. Suçlu Hissetme! İnsanlar hatalarından dolayı sana yüklenecekler, sen kendini sorgulayacaksın; “o kadar akıllı değil miyim?”, “gerçekten kafam çalışmıyor mu?”, “ben iyi bir insan değil miyim?”, “iyi bir evlat değil miyim?” Eğer vicdanın rahatsa kimsenin yükünü üstlenme. Kendine bunu yapma. Çünkü sonra bir bakmışsın her hatanın sorumlusu sen, tüm oklar sana dönük. İyilik peşinde koştururken, iyi olmaya çalışırken oyunun kurbanı olursun. Keşke diyorum bu kadar suçlamasaydım kendimi. Hiç Acele Etme! Bu ara malum 30 yaşına girince herkesin beklentisi malum; evlilik. Çünkü gençler bu bir rutin, hemcinslerim doğuyoruz, okuyoruz, işe giriyoruz ve evleniyoruz bu döngü böyle:) Yani şimdiki zamanda böyle. Yalnız şöyle de bir şey var bu yaşımda hala geç kalmış hissetmiyorum belki aranızdan okuyanlar şöyle bir içten içten; “sen öyle san” diyor olabilirler. Ben evliliğe karşı değilim karşı olduğum evlenmiş olmak için evlenme konsepti. Çünkü toplumun bizden bekledikleri var. Evlenince iş bitecek mi? Hayır! Çünkü bebek beklenecek. E sonra hangi okula vereceğim konusu var, sonra malum aynı döngüye benim gibi o da girecek. Demem o ki doğru insan önemli. Ama kendim adına konuşmak gerekirse çevremdekiler gibi bir endişem yok yani. İnsanın her yönden kendini tanıması ve hazır hissetmesi gerekir diye düşünürüm hep. Derler ya annen baban, kardeşlerinle kavga edersin diye artırıyorum ve diyorum ki; insan yeri geliyor çoğu zaman kendiyle saç baş kavga ediyor. Özet Geç Diyenlere… Özetle vücudunun oturduğu, kişiliğin oturduğu, hayata dair ne istediğin konusunda keseceğin ahkamın temellerini kurmuş olduğun, hayatına kimlerle devam edebileceğini deneyimlediğin, hobilerinde hafif uzmanlaşabildiğin bir zaman dilimi yaşamış oluyorsun aslında 30 yaşına geldiğinde. Kalabalık gruplarda kaybolmaktansa kendinle zaman geçirmeyi daha çok sevdiğin bir zamana gelmiş oluyorsun. Yalnızlığım beni hiç sıkmazdı kendi başıma kalmalar ama daha ayrı bir zevk alır oldum. Artık güven verir oluyorsun kendine güveniyor, söylediğinin arkasında daha net durabiliyorsun bir kere en olmadı baktın karşındaki büyük ikna olmuyor “senin benim yaşımda iki çocuğun vardı, bırakta o kadar ahkam keseyim” der sıyrılırım diyebilecek erktesin=) Biraz yavaşlıyorsun, ruhun dinginleşiyor, böyle pamuk gibi oluyorsun. Mesela daha da yavaş araba kullanıyorsun. Yolun da tadını çıkarmak istiyorsun. Dinlediğin müzikler bile değişiyor. Hayat hırsların biraz daha törpülenmiş, kelimelerin rafine, az konuşup çok düşünür oluyorsun. Daha az kahkaha atabiliyor ve bazen o küçükken yediğin çikolataların tadı hiç eskisi gibi gelmiyor. Bazı tatları unutuyor, bazı sesleri unutuyorsun. Bazı anıları… Bazı yerlerden hiç gitmek istemiyor, bazı yerlere hiç gitmek istemiyorsun. Bazı anları bir daha yaşayabilmek için daha çok can atar oluyorsun. Çılgınca bir yere gidip dans etmek istiyorsun, abuk subuk giyinmek ama kendine yakıştıramıyorsun düşüncesini geçtim, kafan kaldırmıyor o gürültüyü. Çünkü o sesli müzikler bu yaş itibariyle hafif gürültüye dönüyor. Hayret ediyorsun yüksek sesli müzikli yerlerde oturup konuşabilen gençlere. “Sahi, nasıl anlıyorlar birbirlerini?” diyorsun sanki sen hiç yapmamışçasına. Ben mental olarak daha önce de bu yaşlarda yaşadığımdan mütevellit gözlemlerim biraz çevremi içerir, biraz ben gibi yeni 30’luları. Ama fiziki olarak öyle enteresan ve inanılmaz şeyler yaşamıyorsun. Mesela o kaz ayakları öyle gözünün ucundan başlayıp tüm yüzünü filan sarmıyor. Yani baktıkları zaman kesin 30 diyebilecekleri herhangi bir fiziksel travma yaşamıyorsun. Ki bence yeni 18, 30! Sanırım hayatın en zevkli dönemi. Ama kıyaslıyor insan işte. Bak kıyasladım önceki paragraflarda hep. Ah bundan 10 sene önce böylemiydik dedim, yaparken buluyorsun zaten kendini. Biz de var bir tane yeni 18’lik bir minik ona baktıkça bazen hayretle izliyorum. Aslında ne çocukmuşuz diyorum. Ama yaşımıza göre onlara oranla daha fazlaymış sorumluluklarımız bunu görüyorum. Yani aslında geçmişi daha çok sorguluyorsun, yaşadıklarını. Ben oradan bir kaptırıyorum erkeklerin askerlik muhabbetleri gibi kendi kendime anılarda kayboluyorum. Yani 30’una gireceklere mesajım; su soğuk ama girince alışıyorsun=) Hatta yüzdükçe hiç çıkmak istemiyorsun=) Bozcaada denizi gibi yani:) Daha net görüyorsun dünyayı ve sen de artık büyüksün o düğünlerde lan acaba genç masasına atarlar mı gibi bir endişen olmuyor, net büyüklerin arasındasın ve muhabbete her zamankinden daha hakimsin. Yazının başlığında olduğu gibi hafifliyor insan. Öyle bir rüzgar esiyor ve geçiyor. Biraz hayata ayılıyorsun. Hafiften bir “eyvah” hissiyatı geliyor, zaman ne çabuk geçmiş diyorsun ama sonra geçiyor. Benim ki bir saat filan sürdü. Deneyimlerinizi ve yorumlarınızı beklerim=) @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıTREND: ÇATIDA TARIM! Sonraki YazıEVLİYSEN MUTLUSUN! DEĞİLSEN UMUTSUZ! 1 Eylül 2018