ANA SAYFA2016Mart13BEKARA KOCA BOŞAMAK KOLAY! Düşünce Defteri BEKARA KOCA BOŞAMAK KOLAY! Yok vallahi bugünlerde evlilere çok daha kolay… Aşk bitiyor, antropoz deniyor, menopoz deniyor… Türlü türlü bahanelerle kendi samimiyetsizliğimizin arkasına sığınıp evliliklerden ilişkilerden çekip çıkıyoruz. Ne yara bıratığımızı, nasıl bir iz bıraktığımızı umursamadan. Hayatlarında bir ay ya da 10 sene yer kapladığımız insanları bir çırpıda bırakıp gidiyoruz. Ve istiyoruz ki, rahat bir nefes alalım, bir feraha çıkalım ve yaşananların üzeri örtülsün, gerekirse açık alanda hayatın o kısmı yakılsın. Ayrılalım ama baştan başlayalım, bir mola verelim ya da arkadaş kalalım. Daha birçok ama birçok dayanağımız var. Normal, dürüst değiliz! Başta kendimize değiliz! Çünkü uğraşmadan mutlu olmak istiyoruz. Çünkü açılan yarayı tedavi etmek yerine bacağı kesip atmak istiyoruz. Yaşayabilir misin öyle? Ben yaşayamam ama yaşayabilene de saygı duyarım. Ailemiz bize karşı, bizim kim olduğumuza dair dürüst değil, karşımızdaki bize değil. Ama önce biz kendimize dürüst müyüz? Aile baskısı olan evlilikler çok olsa da yine kendi rızasıyla evlenen sayısında büyük bir artış var. Artiz mi? Ne artizi? Film artizi ayol, çünkü hepimiz hayatlarımızda birer artiz arıyoruz. Gerçeklik peşinde değiliz. -mış / -miş gibi yapabileceğimiz insanlar arıyoruz. Bir oyun oynamak için birşeyler arıyoruz. Mesela Ahmet ya da Ayşe bunlardan biri cinsine göre sevgilin diyelim. Hayatından herşeyi çıkar ama herşeyi tüm lükslerini çıkar, ister misin onu hayatında? Bilmiyorsun! Çünkü o Ahmet ve Ayşe’nin yerine senin için Mehmet ve Fatma girebilir. Sıkıntı yok. Yeterki yanında biri olsun karşı cinsten ama kim olduğu önemli değil. Beraber bir hayat hayal etmiyor, bencil bir hayat hayal ediyoruz. Sadece benim mutlu olabileceğim, sadece benim ihtiyaçlarımın giderildiği, benim dediğimin olacağı bir hayat. Ama hayat öyle birşey değil tatlı kız, tatlı çocuk. Dönüp bakıyorum etrafıma hani ben hayallerde yaşadığımı düşünen biriyim ya, sanki herkes bir masalın içinde. Bir ben gerçeklik yaşıyormuşum gibi geliyor. Düşünün ben bile bu hayalperestliğimle çok gerçek kaldım yaşadığımız zamana. Survivor ilk çıktığı zamanlarda düşündüm… Üzerine uzun uzun düşündüm ve o zamanlarda anneme dedim ki; “Aslında çiftleri evlenmeden önce ya da balayında Survivor adası gibi bir yere bırakacaksın. Bir tek onlar olacak.” Neden mi? Hem kendilerini, hem karşılarındaki insanı hiçbir müdahale olmadan tanıyabilsinler diye. Birbirlerinin kalplerini görebilsinler diye, sarılmanın anlamını, öpmenin anlamını anlayabilsinler diye. Çünkü her ne olursa olsun çift olmak isteyen iki kişi benim gözümde her türlü zorluğa birlikte göğüs gerebilecek kadar birbirilerini tanımalı. Mıç mıç sürekli bir arada bir ilişki değil, birbirlerine özgürlük alanları tanıdıkları bir ilişki olmalı diye düşünüyorum. İdeal düğünlerimiz var mesela… Evet alabalık düğünüm olsun bende çok isterim. Öyle tuhaf egzotik düğün fikirlerim yoktur ama ben kendim hoşlanmadığımdan, rahat edemeyeceğimi düşündüğümden ama yok misafirlere ayıp olur gibi bir düşüncem olduğundan değil yani. Ama ideal düğün konseptleri var. İdeal organizasyonlar. Herkesin düğünü aynı. Düğünler birer özel anma etkinliği gibi etkinlikler haline geldi. Açılış, saygı duruşu, İstiklal Marşı kapanış. İdeal tarihler var. Haziran – Eylül arası evlendin evlendin. Evlenemezsen? Yandın. Bir daha nikah memuru yok sana. Biz de kapı düğün gezer hale geldik. Yaz tatiline çıkamaz durumdayız. Neden? Çünkü herkes yazın bir otelin havuz başında evlenmek zorunda. Değil mi? Gelinlikler aynı. Çünkü her gelin oradan almak zorunda, müfettiş geliyor. İnanın düğünlerde canım sıkılıyor. Düğüne gitmekten canı sıkılır mı insanın? Benim sıkılıyor. En mutlu gününde arkadaşının o mutluluğunu bir dakika sarılarak geçirebileceğin bir dakika boşluğu yok. Bugüne kadar gittiğim düğünlerde bırakın nedimeleri, şikayet etmeyen gelin görmedim. Gelinlerde mutsuz yani bu durumdan. Evleniyorlar, çok mutlular… Bir problem beliriyor ve tahmini bir saat sonra Ankara’daki hala canlı yayınla evliliğe veya birlikteliğe salça oluyor. Şikayet etme, biz yemeğin tarifini verirken salçalı olacak diyoruz. Çünkü yemeği biz hazırlamıyoruz, bir başkasına hazırlatıyoruz. Anne karabiberi, kayınvalidede tuzu ekip süslüyorlar o problemi. Belki çok acı olacak, belki çok tuzlu, belki de çok tatlı gelecek damağına o anların tadı. Aaa sonra boşanıyorlar. O da normal. Evlendirdik mi çocukları, bitti! Senin sorumluluğun orada bitti. Yani 27-28 yaşına gelmiş bir insana sen, karşılaştığı problemlerle tek başına başa çıkmasını öğretemediysen eğer, niye evlendiriyorsun? Şuraya da mutlu bir aile tablosu çizelim… Herkes anne/baba olacak, kızlar 26’sına, erkekler 30’una kadar evlenecek diye birşey yok. Bazılarına hala/teyze/dayı olmak çok yakışıyor belki. Belki o kişinin sihirli değneği sizin ailenizdeki çocukların en sevdiği hala/dayı/teyze olabilmesidir. Daha insanlar kendilerine dürüst değilken, daha insanlar hayata hazır değilken. Ailelerimiz bir bebek bekliyorlar. Hayata hazırlanması, temel etik ve ahlak kurallarının öğretilmesi gerektiği bir canlı. Daha onlar bilmiyorlar. Ama siz destek olursunuz. Neden? Hepberaber mi yapıldı bu çocuklar? Neden peki? Çünkü siz de biliyorsunuz olmadık biz. Siz hep olmalısınız. Ama onları uzaktan gözetleyen bir göz olarak, torunlarınızın her daim ışıkları olarak elleri avuçları olarak değil. Koca koca insanlar, arkadaşlarına, ailelerine çocuk gibi telefon açıp şikayet ediyorlar eşlerini, sevgililerini, bazen de çocuklarını… Ama normal herkes ama istisnasız en başta ailemiz bizden düzgün bir hayat, düzgün bir eş beklentisi içine giriyorlar. Düzgün kelimesi mesela en çok sorguladıklarımdan. Düzgün ne demek? Düz bir gündelik hayata sahip olmak bence. Düz bir hayat yani. Dümdüz. Problemsiz, sorunsuz, susup oturduğun, sana sunulan yolda yürüdüğün bir hayat. Merak etmeyeceğin, sorgulamadığın, anlamaya çalışmadığın bir hayat. Ee böyle olunca ayağına batan en ufak bir çakıl ile annesini arar tabii. Normal! Biliyorum neden bunları konuştuğum hakkında bir açıklama yapmadım ve muhtemelen hepiniz şu anda “Müge, evli barklı değilsin. İlişkin yok, kafan rahat! Nereden geldi aklına bunlar?” diye soruyorsunuz. Herşey dün tüm günü evde film izleyerek geçirmem ve ardından son filmle birlikte tüm düşüncelerimin havalanıp, sorgulanması ile başladı. Planlı bir gün değildi. Canımın istediği şeyleri yaptığımı sandım ama unuttum hayatta hiçbirşey tesadüf değil. Hiçbirşey yapmadığınız gün olarak nitelendirdiğiniz sadece müzik dinleyerek bile geçirdiğiniz bir günden çıkarılacak o kadar çok ders var ki aslında. O yüzden hep inandığım şeyi dün unuttum ama bugün hatırladım; hayatta herşeyin bir nedeni var, hiçbir şey tesadüf değil. Dün kendimi bir kez daha tanıdım. Nasıl mı? Önce Cuckoo diye bir dizinin iki sezonunu da bitirdim. Sonra Monte Carlo diye kafam dağılsın diye bir film izledim ve en son Thérésé adlı bir filmle kapanışı yaptım. Thérésé birçoğunuzun beşinci dakikasında sıkılıp bıraktığınız sıkıcı dediğiniz Fransız filmlerinden. Hani böyle ağdalı sahneleri ve az diyalogları olan… Ama mutlaka bu evlilik ilişki problemleri kafanızı kurcalıyorsa izleyin derim guys. Mutlaka hemde! Hepsinin arsından oturdum düşündüm ve düşündüm sonuç olarak 3 saatlik uykuyla kafamdakileri dökmeden rahatlayamayacağıma, yazmadan içimin rahat etmeyeceğini anladım. Ve ardından Okan Bayülgen’in İzzet Çapa ile yaptığı röportaj sonunda “İşte bu! Evraka!” dedim. Aydınlandım şu an inanılmaz huzurluyum çünkü kafamda oturmayan tüm soruları, sorunları kendimce harmanladım. Pekiştirdim. Kendime uyarladım. Çünkü ben hareket etmeden önce içime sinecek düşünceler oluşturmadan o yol hakkında rahat edemeyenlerdenim. Ya sen? Şimdi gelelim neler çıktı benden… Kimse evde değil! Herkes dışarıda! Paylaşmıyoruz! Sosyal medya dışında hiçbirşeyimizi paylaşmıyoruz. Herşey gizli saklı! Samimiyet yok hiçbir ilişkide. Uzun zamandır çiftleri gözlemliyorum. Hani kendi istekleri ile çıktıkları yemeklerde, gittikleri cafelerde. Çiftler ya konuşmuyor ya da tek değiller. Erkekler kendi çevresini, kızlar kendi çevresini oluşturmuş ortak bir konu bile yok ama kuru bir gürültü var. Kimse eve gitmiyor. İnsanlar birbirleriyle yalnız olmaktan korkar gibiler. Evet, kimse ne sevgisini, ne düşüncesini, ne bilgisini ne de kendine zafer, hak ve meziyet gördüğü hiçbirşeyi paylaşmıyor. Böyle sürükleniyor gibiler. Dışarıdan baktığımda hayatlar hep aynı gibi geliyor. Sanki bir çemberin içinde hep dönüyor gibiler. İlişki? Hiçbir anlamda ilişki yok ki! Herşey sahte. Çağır arkadaşlarını desen, her gün takıldığı 30 kişiyi çağırır. Ama “Müge dün ne yaptı desen?” Yanında olsa bile bilmezki, çünkü onunla ilgilenmiyor. Herkes çok önemli herkes VIP, herkesin kendi öncelikleri var. Kimse ama kimse fedarkarlık yapmadan kral ve kraliçe gibi yaşamak istiyor. Hayat cefa, hayat eziyet değil. Ama maalesef bazı duyguları yedirebilmemiz için bazı şeyleri hazmetmemiz ve sindirebilmemiz için bazı şeylerinde üstünden geçmiş olmak gerekiyor bence. Bu şeye benziyor; araba kullanmayı bilmiyorsun ve kullan diyorlar. Biniyorsun tıngır mıngır giderken bir ses geliyor. Ne olduğunu bilmiyorsun ya devam ediyorsun sonra bir anda araba gitmiyor. Lastik patlamış. İşte O bilmezliğin özgüveni patlatıyor hayatlarımızı, evliliklerimizi, kariyerlerimizi, ilişkilerimizi… Kendimizce her on senede bir, bir düzen belirliyoruz buna inanıyor ve herkesin öyle olmasını bekliyoruz. Size 28 yaşında hiç erkek arkadaşı olmamış bir kız olarak en sık karşılaştığı soruyu söylememi ister misiniz? “Lezbiyen misin?” Önce gerçekten bende sorguladım. İnanın sorguladım. Lezbiyen miyim diye? Ama yok. Yani baya erkeklerden hoşlanıyorum. Peki, neden dikiş tutturamadım? Önceleri kader, kısmet dedim, sonra bahtsızlık dedim, sonra ölü geline bağladım. Ama hayır son zamanlarda en çok düşündüğüm şeyi dün Thérésé filminde üzerine basa basa sorgulamışlar derken Okan Bayülgen röportajında bahsettiği içimden bir sesin haykırdığı cümleyi o söylemiş. Evet ben rutin bir hayat istemiyorum. Ben rutin bir hayat yaşayacağım diye çok korkuyorum. Dizilerdeki / filmlerdeki gibi bir aşk yok! Herkes böyle bir aşk beklediğimi sanıyor. Hayal dünyasında yaşadığımı belki düşünüyor evlilik hakkında hayal ettiklerimi anlatsam. Hayır anlamıyorum dizilerde ve filmlerde uzaylıların aşkları mı anlatılıyor? Şimdi savunmam şu! Bu dizi ve filmlerin senaryoları bildiğimiz üzere insanlar tarafından yazılıyor. Bir hayal yani. Çok bildiğimiz bir söz var “herşey hayal etmekle başlar”. İnsanın hayal ettikten sonra yapamayacağı şey olmadığını, hayal etmenin başarmanın yarısı olduğunu kanıtlamamız için 21 yüzyılı geride bıraktık ve ne hayallerin gerçek olduğunu gördük. Seninki neden olmasın? Şimdi birçoğunuz “hiç gerçekçi değil, Secret bu” diyor olabilirsiniz. Ben 4.75 derece miyop olan gözlüklerimden hayal ederek kurtulacağımı söylemiyorum ki. Ya da bugün kurduğum şirket yarın bir uyanacağım milyar dolarlar kazanıyor olacakta demiyorum. Diyorum ki, aslında en basiti mutlu olabilmek hayatta. En basiti insanlarla iletişim kurabilmek ve iletişim kurulmasına izin vermek. Bu çok afedersiniz ama Secret filan değil. Bu psikolojinin sağlıklı iletişim, sağlıklı algı konuları filan olabilir anca. Öyle mistik birşey değil yani. Oynayınca, sen olmayınca herşey daha mı güzel oluyor? Cevap hazır çok araştırmanıza gerek yok, olmuyor! Patlak lastikle yolda kalıyorsunuz işte. Evet dizilerdeki filmlerdeki gibi hayatlar yok yani ultra lüks, paranın, aile ilişkilerinin dert olmadığı hayatlar yok gençler. Yanılıyorsunuz öyle insanlar var ama öyle sıfatlar yok. Herkes müdür değil, herkes CEO değil, herkes sosyete değil. Ama çok seven insanlar var, aslında öyle kurulabilecek ağdalı ve etkileyici sözler var ama onlar da içimizde. Kiralık Aşk’ın neden birçok insanın hayranlıkla izlediğini kendi açımdan hep söylüyorum, çok basit; prenses masalları işte. Pamuk Prenses’ten çıkarın yani. Çok zengin, çok kültürlü Ömer, Defne’nin kalbini seviyor, saflığını seviyor. Biz ona hastayız işte. Ona açız. Başkasını öyle sevebilmeye, başkası tarafından öyle sevilmeye açız! https://www.youtube.com/watch?v=yXGChx-M-_I#t=3m52s İlişkilerde neden mutlu olamayacağımıza inandığımızı biliyor musunuz? Dinlemiyoruz, anlamak için dinlemeyeceğimizi biliyoruz. Kendimizi savunmak ve haklı çıkarmak için dinleyeceğiz. Belki daha zengin bir koca ile evlenmek için dinlemeyeceğiz belki de çok güzel bir kadınla evlenmek için… Elde edene kadar bile dinlemiyoruz. Dinliyormuş gibi yapıyoruz. Maalesef… Ben bir uzman değilim ama gördüğüm kadarıyla mutlu evliliklerden biraz bahsedeyim… Genelde gözlemlediğim kadarıyla; Kendini tanıma aşamasını geçmiş, karşısındakini de tanıma işlemini içine sindirmiş insanlar mutlu. Kabullenebilen insanlar mutlu. Karşısındakinin hayatını olduğu gibi kabul edebilenler. Çok benzer ailelerin çok benzer hayatları yaşayansaygı göstermesini bilen çocuklarının bir araya getirildiği evlilikler mutlu. Saygının temel olduğu önce insan olduğu için karşısındakini sayanlar mutlu… Ama en önemlisi evlenmek için hazır olan insanlar mutlu. O erginliğe, o olgunluğa sahip insanlar mutlu. Kayınvalide = Baklava Evlilikte kayınvalide, anne ile olan ilişki diyetteki baklava gibi olmalı belki de. Alt’lı üst’lü, shift’li, delete’li oturuyor olabilirsin ama aramayacaksın, senin ve eşin arandaki problemde onları. Tıpkı diyet yaparken masanın üzerindeki baklavayı yememen gerektiği gibi. Çok tatlıdır. Birine danışmak, bir parça baklava atmak çok mutlu eder. Çünkü bir kişiye danışmakla kalmazsın tıpkı bir baklavayla kalmayacağını bildiğin gibi. Sonra huzursuz eder. O ektiğin tohumlar, o kadar zaman yemediğin baklava gibi huzursuz eder. “Ya Müge neden bahsediyorsun, Türkiye’de yaşıyoruz Allah aşkına” derseniz… Bunun gelenek görenekle alakası yok. Yarattığımız iletişim problemlerinin, karşılaştığımız sorunlara getirdiğimiz bakış açısının gelenek görenekle alakası yok. “Eee eskiler 20’lerinde evlenmişler erkenden, sorunsuz gül gibi geçinip gitmişler” diyorsunuz belki. Ama eskilere bakın 20 yaşlarındaki fotoğraflarına adam gibiler. Öyle ördek dudaklı fotoğrafları yok, benim de var ama ben olgunum demiyorum ki, ben evlilik belki ama çocuk sorumlulupu alabilecek kadar olgun değilim. Ama bakın onların fotoğraflarına adam/kadın gibiler. Okan Bayülgen’in röportajında her söylediğine, bahsettiğim filmlerde anlatılan her soruna hak verdiğimi söylüyorum ve ekliyorum. Okan’a özellikle şu evlendikten sonra ayrı odalarda uyunması gerektiği konusunda özellikle katılıyorum. Ben biraz daha yumuşak bir söylemle cinsel ilişki kavramından bakıyorum olaya onun gibi. En basiti görünüm… Biz bir insanın kötü görünebileceği olasılığını düşünmek istemiyoruz. Adriana Lima’nın, Barış Arduç’un kötü görünebileceğini düşünmüyoruz. Öyle birşey yok değil mi çünkü? Var! Herşey bir ilüzyon tatlım, herşey! Mesela bununla ilgili ünlülerin makyajsız halleri haberimiz var. Mükemmel yok. İnsanlık olarak bu kavramı algılayana kadar bence ayrı zamanlarımız olmalı. Çünkü sonra o ilüzyona kendimizi kaptırıyoruz ve sonumuz böyle olabiliyor. Bu sonları biz hazırlıyoruz. Bey bey sen kandırılmadın aslında, onu istedin. Mükemmeli istedin. İşte mükemmel. Hani “ay bir çocuğa bir de yanındaki kıza bak” ya da “ay kıza bak bir de yanındaki çocuğa bak” temalı ilişkileri görünce hiddetleniyorsunuz, hasetleniyorsunuz değil mi ama ben çok seviniyorum. Neden mi? Tıklayın guys. Çünkü onlar kendilerini bile aşmış, egolarını birbirlerinin dış görünümlerine bakmadan yerle yeksan eden insanlar. Araya çok laf karıştı, gelelim kendimi nasıl tanıdığıma… Cuckoo gibi bir adam istiyorum ben. Herşeyle mutlu olabilen, ne iş yaptığının bir önemi olmayan. Enerjisi ile herkesi mutlu edebilen, gözleri ışıl ışıl bakan. Ömer gibi bir adam arıyorum ben, onun için buraya tıklayın lütfen… Thérésé gibi bir eşe ve evliliğe sahip olmak istemiyorum. Düz bir hayat, yüzyıllar boyunca klişeleşmiş evlilik adımlarının uygulandığı bir evlilik… Tabii merak ettiniz değil mi? Tüm yazıların anlamı o filmlerde ve Okan Bayülgen’in yer aldığı o İzzet Çapa röportajında. Bir izleyip, okumanızda fayda var. Benim için değil ayol kendiniz için işte=) Ve özetle “he Müge he bekara koca boşamak kolay tabii…” O da doğru aslında! Ve özetin özeti tüm bu sorunlar yüzünden huzurlu değiliz. En önemlisi bu! En son ne zaman yüzünüzde bir gülümsemeyle “huzurluyum!” dediniz? P.S: Yine dolmuşum değil mi? =) Oluyor öyle arada… Sürç-i lisan ettiysem affola, sevgiyle kalın! MügzTheBlogger @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıKÜÇÜK MUTFAK DEKORASYONU İÇİN 10 ÖNERİ! Sonraki Yazı90'LARIN ÇOCUKLARI 90'LARDAN ÇIKAMIYOR! PEKİ, NEDEN? 13 Mart 2016