ANA SAYFA2015Mayıs11BÖYLE BİR YERDE YAŞAMAK İSTİYORUM! Düşünce Defteri BÖYLE BİR YERDE YAŞAMAK İSTİYORUM! Hepimizin bir gün yaşamak istediği bir yer değil mi? Ya da mutlaka bir gün olmalıyım dediği bir yer değil mi burası? BU YAZIYI OKUMAK İSTEMEYEBİLİRSİNİZ AMA SONUNDAKİ VİDEOYU MUTLAKA İZLEYİN!!! Sene 2012… Hayatımda ilk kez Adana’yı ziyaret ettim. Belki de yediğim en lezzetli etleri, ekmekleri ve meyveleri yedim ben orada. Sonra aile dostlarımızın portakal bahçesini ziyaret ettim. Sanırım biri bana “Dikkat et arılar var” diyene kadar hiçbir şey umrumda değildi. Çünkü kendimi kaybetmiştim toprakta. Hayatta daha çok huzur bulduğum başka birşey olamazdı. Ben o gün anladım. Toprak, o koku, o doğa oldukça ben mutluydum. Ben oraya aittim. Ben burada yaşamalıydım. Bir portakal bahçesi içerisinde bir evde. Çünkü ben başak burcuydum elementim topraktı. Önce ona yordum. O sene ardından annemlerin memleketi Bursa – Karacabey’e bayram ziyaretine gittim. Dönesim gelmedi. Çünkü tarlalar, toprak ve doğal bir yaşam… Bırakamadım. Ne kadar da Bursa olsa, yine İstanbul kadar yorucu değil, hele bir de Bursa’nın bir kazası olduğu için oldukça keyifli bir hayat. Güneşin bir batışı var o tarlaların üzerinden size anlatamam. Yediğim peynirlerin, sebzelerin tadını gerçekten anlayamazsınız. İşe yürüyerek gidip gelmenin ne kadar tarifsiz bir mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Düşünün yaşadığınız yerin merkezinden dışına yürüyerek en fazla 20 dakikada gidiyorsunuz. Yani işime 20 dakikada gidiyordum. Ben orada 4 ay yaşadım ve bu süre boyunca herkes yadırgadı. Çünkü ben Uluslararası İlişkiler mezunu, durumu oldukça iyi bir İstanbulluydum ve Bursa’nın bir kazasında ne işim vardı. Hele ki bir istasyonda? Ne yapıyordum. Aile işinin bir parçası olduğum için bir yandan takdir ediliyordum bir yandan da sorgulanıyordum. Kafama takılan o kadar hiçbirşey yoktu ki panik atağım nüksetti. Çünkü nasıl gideceğim, trafik ya da seni senin dışında işgal eden hiçbir problem yoktu. Öyle olunca metropol insanıyız ya illa takmak lazım kafaya birşeyler. Bir de köyde bir istasyonumuz var. Hergün bir bahane ile oraya kaçardım. Neden mi? Çünkü evet Karacabey’de huzur veriyordu ama bana o köy hayatı ve sakinliği kadar huzur veren birşey olmadı. Büyükannemin köyde bir evi var. Ben o evde uyuduğum uykuyu bir daha hiçbir yerde evimde dahi uyuyamadım! “Ee neden döndün Müge? Kalsaydın o kadar çok seviyorsan…” diyor olabilirsiniz. Ama benim hayatım burada. Ailem, annem kardeşlerim herkes burada. Bir evim, bir düzenim yoktu. Evet yine anneannemlerin yanında kalıyordum ama aynı şey değilki. Döndüm. Tabii yine bu büyük şehir hayatı beni sardı sarmaladı. Arkadaşlarımın yanında işe girdim çok mutluyum ama istiyorum ki, fotoğraftaki gibi bir yerde olsaydık ve bu işi orada yapıyor olsaydık? Neden öyle değil? Neden mesela yemek aralarında bahçeye çıkamıyoruz? Neden binalarda hapsoluyoruz? Oralarda öyle hayatlar varken burada her türlü olanağın içerisinde böyle bir hayat yaşamak geriyor beni. Sonra geçen yaz ben Bozcaada’ya gittim. İnanın oradan ayaklarımı sürüye sürüye döndüm. Oradaki insanların yüzlerindeki o mutluluk, o huzur tarif edememki ben size. Adana hariç diğer saydığım iki yer evet İstanbul’un herşeyinden çok geri ama tek ve çok değerli bir özellikleri var hala doğallar. Hala doğanın onlara armağan ettiği güzellikteler. O rüzgar gülleri, üzüm bağları, plajları, eski rum evleri… İnanın ağlayacaktım. Arkadaşlarım şahit tüm tatil boyunca “Çok güzel yaaaa…” diyerek gezdim. Ben oradaki zeytinyağını bulamadım hiçbir yerde. Şöyle anlatayım; önce ekmeği zeytinyağa bandım sonra bildiğiniz zeytinyağ şişesini istedim ve ekmeğin üstüne bocalayarak yedim. Tadına doyamadım. 3 yerden dönerken de aynı şeyi hissettim, bırakmak istemedim. Bir daha gidemez miyim? Her gün giderim ama ben o hayatı istiyorum. Ama oralara gittiğinizde görüyorsunuz, toprakta, köylerde bir tane insan yok. Bir tane genç yok. Herkes İstanbul’da. Kuzenlerim dahil herkese aynısını söylüyorum. Gelmeyin. İstemediğimden değil, burası kalabalık oluyor diye değil. Ya ailenin yanında öyle bir hayat varken burası neden? Şundan eminim ki, bir sistem kurulsa hem tatil yap hem yardım et. Mesela güneyin köylerinde bu tarz projeler geliştirilse. Gençler hem tatil yapsa, hem toğrağı hem de ülkesini tanısa. Ben adım gibi eminim buna gönüllü çok insan olacak. Ben de dahilim buna. Neden biz bu ülkenin insanları ile kaynaştırılmıyoruz? Birileri tarafından. Şimdi diyor olabilirsiniz. Kendin yapsana? Ben yaparım ama aramızda güven kalmadı. Herkes birbirine ihtiyatla yaklaşıyor. Birilerinin bizi kaynaştırması gerekir. Peki, yukarıdaki fotoğrafla bu yazının ne alakası var? Yukarıdaki fotoğraf İtalya, Toskana Vadisi’nden. Dünyanın en lüks otellerinin bulunduğu aslında bir İtalyan köyü. Ama şarapları, dekorasyonu, tarlaları o kadar meşhur ki siz zaten biliyorsunuz. Neden? Çünkü onlar toprağın kıymetini biliyorlar. Çünkü onlar doğalın kıymetini biliyorlar. Biz? Biz toprağa sırtımızı döndük. Bakın mesela bu İtalyan köyünde 5 adet Michelin yıldızlı restoran var. Özellikte The Hundred Foot Journey filminde izledikten sonra bir kez daha dedim ki, neden bizim mahsüllerimiz bu kadar iyi ve güzelken bizde neden bunlar yok? Neden mesela MSA ve benzeri yemek okulları mezunları Trakya’da, Adana’da ya da tarım toprağının verimli olduğu yerlerde restoran açmıyorlar? Mesela neden o koca arazilerin üzerine kocaman binalar yapılıyor? Neden eski binalar restore edilmiyor? Mesela İstanbul’a gelelim. Neden Dolapderede yine kocaman oteller dikiliyor? Neden Maçka’daki W Suites gibi az katlı binalar yapılmıyor? Tabii ki sorunun cevabı aşağıdaki videoda. Bunlar dün akşam CNN Türk’te yayınlanan Cem Seymen’in sunduğu “Para Dedektifi” programından sonra netleşti kafamda. Ve sanırım ilk defa kendimi gelecek hakkında oldukça umutsuz hissettim. Seymen ısrarla bize sesleniyordu, “Ben gençlere güveniyorum” diyordu. Ben gerçekten birşey yapmak isterim. Ne yapayım? Biri bana desinki bu işin de şurasından sen tut. Şimdi aşağıdaki videoyu ne olur izleyin. http://tv.cnnturk.com/Content/NetDVideoPlayer/554fd52804207c18b4965235/360/_Iframevideo @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıEN ŞIK KIRMIZI HALI: MET GALA 2015! Sonraki YazıLEGO OTELİNE DAVETLİSİNİZ! 11 Mayıs 2015