ANA SAYFA2012Ocak29Faşist lider, ben, eğitim ve kariyer! Düşünce Defteri Faşist lider, ben, eğitim ve kariyer! Herkesin hayatta gökyüzüne doğru baktığında merdiveleri olduğuna inanırım. Bugün, “Çalışıyorum ben!” dedim. Durup dururken kendi kendime, neden bilmiyorum. Sanırım bu yazıyı yazmam için bir bahane oldu, bir ses duydum, takip ettim ve uzun bir yazının temellerini atmış oldum. Geçmişe döndüm. İlkokula başladığım günlere… İlkokul öğretmenimiz Zekiye Çınar’ın her sene bizi yanına çağırıp, “Ne olmak istiyorsun?” sorusunu sorduğu günler aklıma geldi. Bir kağıda not alırdı hepimizi yanına tek tek çağırıp. Benim her sene verdiğim cevap çok sabitti. Mimar olmak istiyordum. Nedenini bilmiyorum. Ailemizde hiç mimar yoktu, bu mesleği anlatacak biri de. Nereden aklıma gelmişti o yaşta mimarlık. Millet doktor, futbolcu olmak isterken, ben mimar olacaktım. Genel olarak enteresan bir çocukmuşum zaten. Evin küçük balkonunda at beslemeyi düşünecek kadar geniş bir hayal gücüm varmış. (Hala da hayallerimin içinde kaybolurum ben, evet hala komikler…) Ailem belki bu duruma şaşırmamıştı. Ama Zekiye Hanım’ın cevabımın karşısında o bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Tek kaşını yukarı kaldırıp “Ailenizde bu işi yapan var mı?” diye sormuştu. “Hayır öğretmenim yok” cevabını vermiş, onun neye şaşırdığını anlamaya çalışmıştım, yanından ayrıldıktan sonra. Tabii aradan çok sular aktı. Büyüyordum, fikirlerim de benimle büyümeye başlamıştı. Evin en büyüğü olunca bütün dikkat senin üzerinde toplanıyor. Artık birey olmanın farkına vardığın için cevap vermeye başlıyorsun. Tartışmayı öğreniyorsun fakat bu otoritelerin pek hoşuna gitmiyor. Bizim evimizin faşist liderinin karşısında demir leydi olarak durmaya çalıştım hep. Bir ipte iki cambaz oynamaz hesabı, birbirimizle hep galibi belli olmayan savaşlara girdik. Her ne yaptıysak, birbirimizin dikkatini çekmek için yaptık. Ama çok kalp kırdık… Bu konuya nereden girdin dersen, hemen bağlıyorum. Doğal olarak, yaptıklarınla liderin dikkatini çekmek zorundasın, başarılı olursam ilgi dağılır diye düşünmeye başladım. İlkokul yıllarında bir özelliğimi keşfettim. Ben çizebiliyordum, güzel elbiseler çizebiliyordum. Lidere kızıp, odama kapandım çizdim. Onun ilgisini belki böyle çekebilir ve artık bana takılmamasını sağlayabilirdim. Model çizmek benim için adeta bir kaçış, belki de meditasyondu. O günlerde aklıma olan, hayallerimi süsleyen tek şey kendi markamı oluşturmaktı. Fakat liderimiz bu konudaki, tüm azmimi ve şevkimi kırmak için elinden geleni ardına koymadı. Modacı olacaktım o günlerde ben… Mimarlıktan, modacılığa soyunmuştum yani. Uzun bir süre modacılık hayalleriyle yoluma devam ettim. Yılmadım, araştırdım gerekli planlamaları yaptım. Fakat liderimiz beni, işine daha çok yarayacak bir işle kandırmaya çalışıyordu. Modacılığa, tasarımcılığa kesinlikle sıcak bakmıyordu ve bu konuda beni yıldırmak için elinden geleni ardına koymadı. O günlerde, liderimizin kafasında yeni bir iş planı vardı. Bir kafe ya da restoran açmak… Tahmin edeceğiniz gibi beni yine zorlu koşullar bekliyordu. Yine savaşmak zorunda, rotamı gözden geçirmek zorundaydım. Tabii ki modacılıktan sonra, bu seferde gastronomiye merak saldım. Yemekle aram çok iyiydi zaten, yemeyi de yapmayı da, değişik tatları da çok seviyordum. Zaten hamarat bir annenin genlerini taşıdığımdan bu işe yeteneğim de vardı. Açıkçası ailem, genel olarak şunu olacaksın dememişlerdi hiçbir zaman ta ki üniversite tercihlerine kadar. Eğitim hayatımda hiç bir noktada karışmadılar. Hatalarımdan ders çıkarmam için beni özgür bıraktılar. Sınıfta kaldım. Arkadaşlarım nasıl söyleyeceksin? diyorlardı. Ben şaşırmıştım. Çünkü öyle bir korkum hiç bir zaman olmadı. Kaldım üzüldüler ama bunu bana hiç belli etmediler. Hatta o kadar ki, sınıfta kaldığımı ilk annem ve babam öğrenmişlerdi. Babam eve geldiğinde “Ağlama kızım ben de Orta 1’de kaldım” demişti kahkahalarla. İşte o zaman aklım başıma gelmişti. O zaman akıllanmıştım. Hataların, başarıların hepsi sana ait. Ya kalkar dimdik ayakta durur ya da sürünmeye devam edersin. Ya insanların güvenini yeniden kazanırsın ya da onların gözünde daha çok düşersin! Liderimizin yani babamın dikkatini çekmek için bu seferde, aşçı olmaya karar verdim. Lisenin son iki senesinde artık tek kaçış yolum oydu. Peki o benim gastronomi okumamı istiyor muydu? Başlarda evet. İstanbul’da okumak istemediğimi duyuncaya kadar bunu çok istiyordu. Belirli sınırlar içinde kısıtlı bir özgürlük alanım vardı, o kadar da değil=) Fakat ben ne zamanki İtalya’da okumak istediğimi söyledim. Tabii ki kabul etmedi. Son senemdi, dedim ki belki emrivakiyle kandırırım, kabul ettiririm. Yemedi. Yani o yemedi. Ben elimden geleni yaptım. Tüm belgelerimi okulun danışmanına yolladım. Kabul edildim. Geriye sadece kayıt kalmıştı. Hala saklarım kabul edildiğim o maili. Yüzümde tatlı bir gülümseme ve kalbimin bir kenarında hafif bir sızı hissederim. Babam gastronomiyi kabul etmedi de, ben diğer hayallerimin peşinden koşmadım mı? Koştum. Belki de koştuğumu sandım. Güzel sanatları da denedim. Onu da kazandım. Ama babam, lise sonun, son dönemlerinde kafasına bir şey takmıştı maalesef! Hukuk! Kim girmişti aklına, aslında suçlu açık oturumlar. Süheyl Batum’u çok severdi. Hukuk okuyacaksın Bahçeşehir Üniversitesinde, Süheyl Batum’un öğrencisi olacaksın demişti. İnat değil mi? “OKUMAYACAĞIM! O zaman” dedim. “Okumazsan okuma, benim için mi okuyorsun?” dedi. Bittiğim andı. Tükenmiştim adeta yıkılmıştım. Artık savaşacak gücüm kalmamıştı. Fakat kendimi toparlayıp yine kalktım. Hedef belliydi. Uzlaşma… Moda, gastronomi hepsi bir kenara bir yanda da hukuk… Ne yapabilirdim, düşünmeye başladım. Bunun ortası ne vardı. Uluslararası İlişkiler dedim bir anda. En azında onunda hoşuna gidecekti, sıkılmazdım hem, politikayla da ilgileniyordum. Felsefeyi de seviyordum. Bu iş olur dedim. Ama onun için yine olmazdı. Hukuk ta hukuk takılmıştı bir kere. Sınav sonuçları geldi. Onun istediğini yazmayı kabul ettim, hem de birinci sıradan. Fakat bu sefer de çetrefilli yeni bir tartışma bizi bekliyordu… Hangi üniversite? İki seçeneğim vardı kafamda. Birini çok istiyordum, özellikle istiyordum o da Bilgi, çünkü şehir üniversitesiydi. Okula gidiyorum deyip kaçabilirdim. Ya da eğitimin daha iyi olduğu Koç. Fakat zaten Kemer’de oturduğum için, benim için çok sıkıcı olacaktı. En üst iki sıraya Hukuk yazdım. Bahçeşehir ve Bilgi. Bahçeşehir’i zaten bir puanla kaçırıyordum, Bilgi Hukuk muallaktaydı… Daha sonra Bilgi Uluslararası İlişkiler ve Koç Uluslararası İlişkiler. Tercih sonuçları gelene kadar, strese girdim. Günüm, gecem birbirine karıştı. Ya Bilgi tutarsa… Nihayet sonuçlar açıklandı; Bilgi Uluslararası İlişkiler. O gün, zafer kazanmış gibi hissettim kendimi. “Bitti!” dedim. Tabii ki, yüzlerce yürek yorgunluğu, hayal kırıklığıyla yeni bir eğitim dönemi başlıyordu benim için. Aynı zamanda yepyeni bir savaş meydanına girmiştim liderimle. Üniversite başladı. Aklımda hep aynı soru vardı. Peki ben ne olacaktım? Bu bir meslek değildi ki. Çok kasarsam diplomatlık sınavları vardı. Ama onu hiç istemiyordum. Bunun dışında bizim bölümden mezun olanlar uluslararası örgütlerde görev alabiliyordu, bankada çalışıyorlardı ya da medyada… İlk ikisi bana çok uzaktı. Üçüncüsü mü? O da lidere=) Peki şimdi ben ne yapıyorum? Yazıyorum! Hem de bir medya kuruluşunda. Hem de liderimizin hiç istemediği bir işi… Peki “Baba, bu kadar savaşa değdi mi?” O cevap veremiyor ama ben şunu söyleyebilirim hiç değmedi. Sevdiğiniz şey her ne ise onun için savaşın, başkalarıyla değil. Benim düştüğüm tuzağa düşmeyin. Neden mi? Dedemin sekreteri babamın vefatından sonra bize geldi. Ne okuyorsun diye sordu. Uluslararası İlişkiler dedim. “Çizmiyor musun?” diye sordu. ” Evet, hala çiziyorum, neden?” dedim ama bir yandan da şaşırmıştım. O nereden biliyordu ki benim çizdiğimi. “Baban seni çok överdi, çok yetenekli ve başarılı. Heralde modacı olacak… derdi” ! Artık iş, işten geçmişti. Peki yazmak ne alaka? Aslında herşey önce aşkla başladı. Aşık oldum çok küçüktüm o zaman. Yazmaya başladım herşeyi. O günden bugüne hergün bir iki satırda olsa yazarım. Yazmanın gücünü farketmiştim. Ama hiçbir zaman meslek olarak düşünmemiştim. Tam tüm yazma hevesimi kaybedecekken daha sonra bir yeniden aşık oldum o zaman da şiirle tanıştım. Aşık olduğum bu iki adama çok teşekkür ederim. Sanırım bu işi diğerlerinden daha çok seviyorum, aşkla, yazmayı… Kısacası hobisi, işi olanlardanım. İnsan bazı şeyleri hemen kabul edemiyor, alışamıyor. Bu her zaman olayların zorluğu veya kötülüğünden dolayı değil tabii, bazen de inanamadığından… Başına geldiğini anlayamadığından… Hala çalıştığımı kabul edemiyorum, inanamıyorum. Sanki yarın okul varmış gibi geliyor. Editör diyorlar yaptığımız işe ama ben hala kendime editör diyemiyorum. Çok pişmem lazım, daha çok erken. Çünkü herkesin hayatta gökyüzüne doğru baktığında merdiveleri olduğuna inanırım. Bazısına beş basamak yeter, bazılarına etrafındakileri geçene kadar basamak çıkmak yeterlidir, bazılarının ise yarışı kendisiyledir, olabildiğince gücü yettiğince çok merdiven çıkmaya çalışır. Gücüm yettiğince tırmanacağım bu merdivenleri, tek yarışım dünümle. Her gün bir önceki günden daha çok basamak çıkmam gerektiğine inanıyorum. Herkesin hayatta istediği ve mutlu olduğu işi yapması dileğiyle… @mugztheblogger 2007 senesinde Ayazağa Işık Lisesi ve ardından 2011 senesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu olan Mugz yarışmaya, yazmayı çok sevme kontenjanından katılıyor. MugzTheBlogger; hayat, aşk, kariyer ve daha birçok konuda yazıları ile sizinle buluşuyor. Yazıyı Paylaş Önceki YazıBu kızın adını çok duyacağız... Sonraki YazıUYANDIM! KÖTÜ BİR GÜNE... 29 Ocak 2012